Çarşamba, Ocak 02, 2019




Günay Güner

Atatürk’e Saldırıların Sıradanlaşması


            Halkın kültürsüz bırakılması, eğitimin imam-hatipleştirilmesi, dinselleştirilmesi, bilimden uzaklaştırılmasıyla, Mustafa Kemal Atatürk’e karşı işlenen her türden suçtaki artış arasında açık ilişki bulunmaktadır. Nedenler bununla sınırlı değildir; yıllardır her tür basın üzerinden dizgeli (sistem), planlı; zaman zaman Avrupa Birliği, ABD, bazı Arap ülkeleri, giderek ne acı ki “Türkiye Cumhuriyeti” organlarının da katıldığı saldırı sözkonusudur.
Anıtkabir’de saygı duruşunu “sap gibi durmak” laflarıyla önemsizleştirebildiğini sanmak, Cumhuriyetin kurucusu iki üstün insanı, Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü’yü (adları belirtilmese de kimlerin dillendirildiğini herkes anladı) “iki ayyaş” laflarıyla aşağıladığını sanmak, içinde Mustafa Kemal adı bile geçmeyen Çanakkale utkusu konuşmaları yapmak, 30 Ağustos utkusunun karşısına Malazgirt Savaşını koymak…Atatürk’e karşı hakaretlerin, küfürlerin, yalanların, kara propagandanın, eylemlerin önünü açacaktı, açtı da. Çocuk yaşta ya da yetişkin aymazların Anıtkabir’de, okullarda, parklarda görselli, paylaşımlı saldırıları yaygınlaştı. Mustafa Armağan, Kadir Mısırlıoğlu (namı diğer Fesli), Yavuz Bahadıroğlu gibi “lenk” tarihçiler, şarlatan yazarlar hacet için kâğıt tomarlarından, emirlerine ayrılan TV kanallarından “düşünce” diyerek kustukları yalanlar yetmezmişçesine, Atatürk’e, Zübeyde Anaya, tinsel kızı Prof. Dr. Afet İnan’a, burada yazmak istemediğimiz iftiralar sıraladılar. Özellikle ikinci cumhuriyetçi liboşlara da sormalı: Yapılanlar düşünce özgürlüğü gereğiydi değil mi. Korunmalı, karşı olunmamalı değil mi… Basın yoluyla işlendiğinde cezası artacak sözkonusu suça ilişkin, görevli kurumlardan, dişe dokunur bir yaptırım çabası görülmedi.
Ne ilginçtir, 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun 31.7.1951 tarihlidir. Demokrat Parti’nin ilk yıllarıdır. Yönetime gelir gelmez cumhuriyet ve devrim karşıtı açıklama ve uygulamalara başlanması, Atatürk “aleyhine işlenen suçlar”da artışa yol açmıştır ki suçların koşullarını sağlayan Adnan Menderes, yukarıda anılan 5816 sayılı, 5 maddeli yasayı çıkarmak zorunda kalmıştır. Yoksa kimi kurnaz kasaba siyasetçilerinin, hinlikle savladığı gibi, Atatürk’ü çok sevdiklerinden değil! Belirtilen suçların günümüzde de artışı rastlantı mı?
Kendilerini “aydınlanmacı” sananların bile ortaya attıkları basmakalıp sözler var: “Atatürk putlaştırılıyor”, “Kurtuluş Savaşını Atatürk yalnız mı kazandı”, “Kemalizm diktatörlüktür, vesayettir”, “Hâlâ 1930’larda mısınız”, “Köy enstitüleri Naziliktir”… Bu ve benzer savların savunucularının bir bölümü bilgisiz, bilimsiz ve önyargılıyken, eylemlerin asıl yürütücüsü “akademik”, siyasal, basınsal sözcüler güçlü, planlı desteklere sahipler.
İyi bilinmeli, Atatürk’e karşı yıllardır sürdürülen, bol dolar-euro-riyal-tümen destekli saldırılara karşın, Atatürk’ün ne saygınlığı, ne devrimleri, ne düşün evreni, ne de cumhuriyeti aşındırılabildi. Kalıtı olan ülkü de yanlışlanamadı. Dil-eğitim-kültür devrimi, sanayi ve tarım kurumları, bütüncül kalkınma anlayışı, ekonomi-iç ve dış siyasası, tam bağımsızlık, ulus egemenliği ilkesi; sultana, derebeyine, şeyhe, seyite karşı zincirlerini koparmış, özgür, eşit yurttaş hedefi; Altı Ok izlencesi bugün de geçerliliğini ve güncelliğini koruyor. Atatürk’e saldıran kesimler, kendi zavallıklarını, sefilliklerini sergiliyorlar, tükeniyorlar; Atatürk her saldırıdan yücelerek çıkıyor.
      
  
           

Pazartesi, Aralık 31, 2018



Günay Güner

Akın Özdemir’i Anarken

1970’li yılların sonu, ABD+AB emperyalizminin bir başka boyutta yoğunlaştığı dönemdir. Toplu kıyımlardan, faşist saldırılardan soluk alınmaz oldu. Nerede yurtsever, tam bağımsızlıktan yana, Atatürk Devrimini özümsemiş aydın, bilim insanı, demokratik kitle örgütü önderi varsa büyük bölümü öldürüldüler. Anılan halk önderlerinden biri de 18 Aralık 1978’de, MHP Ülkü Ocakları tetikçilerince, Adana’da, eşinin yanında kurşunlanarak öldürülen Ziraat Mühendisi Akın Özdemir’dir. Özdemir, öldürüldüğünde, KÖY-KOOP ADAKOBİRLİK Genel Müdürü ve TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Adana Bölge Şube Başkanıydı. Tetikçi katil tutuklu bulunduğu cezaevinden çıkarılır, cinayeti işlemesinin ardından cezaevine döndürülür…
Akın Özdemir daha öğrencilik döneminde, çevresince, önderlik yeteneğiyle, birikimiyle benimsenmiştir. Onun 10 Ocak 1968’de, kürsüden “İnsanı aç, toprağı aç, hayvanı aç olan bir ülkede kutlama yapılmaz, olsa olsa hesaplaşılır” sözleri özdeyişe dönüşmüştür. Özdemir düşünceleri uğruna kaçak zamanlar yaşar, Mamaklarda Denizlerle hapis yatar. Neden hedef seçildiği, öldürüldüğü bellidir: Tüm yurtta, özellikle de görev yaptığı Çukurova’da, toprak ağalarının egemenliğini sarsacak kadar köylünün, ezilenlerin yanında olmasıdır; bu amaçla aralıksız çalışmaktaki kararlılığıdır, canına kıyılmasının nedeni. Cinayetin ardında emperyalizmle işbirliği içinde, toprak ağalarının bulunduğu açıktır. Çünkü Akın Özdemir köylüyü sıtmadan, hastalıklardan kırıp geçiren çeltik ekim uygulamalarına; dünya tekellerinin çıkarlarını besleyen (ilacından, tohumuna, gübresine…) tarımsal karar ve uygulamalarına karşı savaşım verir. (Günümüzden kimi kalemşorların alaycı gülümsemelerini görür gibiyim; “Toprak ağalığı mı kaldı?..”) Öldürülüşünün hemen ardından Sevgili Uğur Mumcu 20 Aralık 1978 tarihli köşeyazısında Akın Özdemir’i anar. (Yıllar sonra Mumcu’nun da ulusundan koparılması ne acı…)   
Dostları, arkadaşları, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası her yıl 18 Aralıklarda düzenledikleri buluşmalarla Akın Özdemir’i andılar; anma kitapları yayımladılar. Türk aydını, sömürüye karşı sınıfsal savaşımı öne alan Akın Özdemir’i tanımalıdır. Düşünceleriyle, eylemleriyle, yiğit kişiliğiyle her zaman aramızda oldu, gelecekte de olacak. Yürekli, güzel insan, halk önderi, devrimci Akın Özdemir’i öldürülüşünün 40. yılında saygıyla, sevgiyle, özlemle anıyorum.  

    
         

Çarşamba, Aralık 26, 2018

2019 Dil Derneği Gürhan Uçkan Şiir Yarışması Katılım Koşulları
Yitirdiğimiz değerli Yazar, Şair, Gazeteci Gürhan Uçkan’ın kişiliğini, düşüncelerini ve yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmanın yanı sıra genç kuşakların dil duyarlılığını artırmak, yazınsal becerilerini değerlendirmek amacıyla Dil Derneği ile İsveç Atatürkçü Düşünce Derneği üniversite gençliği arasında “Dil Derneği Gürhan Uçkan Şiir Yarışması” düzenlemiştir.
Yarışmaya Katılma Koşulları
1) Adaylar ödüle en az üç, en çok beş şiirle katılabilir.
2) Adaylar üniversite öğrencisi olmalıdır.
3) Adaylar konu seçiminde özgürdür.
4) Ödül “tek” adaya ve şiire verilir, bölüştürülmez.
5) Yarışmaya gönderilecek şiir, daha önce başka bir yarışmaya katılmamış ve yayımlanmamış olmalıdır.
6) Şiirin bilgisayarla yazılması, her şiirin bir sayfa olması, tüm şiirlerin CD’yle gönderilmesi zorunludur.
7) Ödül, 1000,00 (bin) TL’dir.
8) Ödüle başvuru, 5 Aralık 2018’de başlayacak, 30 Nisan 2019’da sona erecektir.
9) Yarışmacı, şiirlerini 6 kopya çoğaltarak adını, soyadını, özgeçmişini, açık adresini, telefonunu, e-postasını yazdığı diğer sayfayla birlikte 30 Nisan 2019'a dek Dil Derneği’ne (Konur Sok. 34/4 Kızılay-Ankara) ulaştıracaktır. 30 Nisan 2019'dan sonra gelen ve postada geciken şiirler değerlendirmeye alınmayacaktır.
10) Ödül töreni Mayıs 2019'da Ankara'da yapılacak, ödüle değer görülen şiirin yazarına bir belge ve anmalık sunulacaktır.
11) Seçici kurul Çiğdem Sezer, Işık Kansu, Hilal Karahan, Günay Güner ve Ertuğrul Özüaydın’dan oluşmaktadır.
                                                                   Dil Derneği- İsveç ADD

Cuma, Şubat 26, 2016

RESSAM A. CELAL BİNZET'LE RESİM VE EDEBİYAT ÜZERİNE



GÜNAY GÜNER- Sayın Celal Binzet, söyleşimize özgeçmişinizle ilgili bir soruyla başlayalım. Hangi okullarda okudunuz? Yetişme koşullarınız hakkında neler söylersiniz?
A. CELAL BİNZET- Adıyaman’da 1949 yılında doğdum. Burası çocukluk ve ilkgençlik yıllarımın geçtiği kenttir. Doğaldır ki, ilköğretim ve ortaöğretim yıllarım da aynı şehirde geçti. Bu dönem içerisinde sanatla ilgili ilk kıvılcımları, ilk izleri bulduğumu söyleyebilirim. Tanıştığım, değişik bahanelerle karşılaştığım insanlarla sanat konusunda küçük ölçekli de olsa konuşmalarım, tartışmalarım bu yöndeki isteğimi hızlandırdı diyebilirim. Bu sürecin sonunda Gazi Eğitim Enstitüsü Resim İş Bölümü sınavlarına girdim, kazandım. Ve sanat eğitimimden itibaren de Ankara yeni bir şehir olarak yaşamıma açıldı diyebilirim.
GÜNER- Gazi Eğitim Enstitüsü Türk sanatında çok önemli bir yere sahip.
BİNZET- Evet, Gazi Eğitim Enstitüsü Türk resminde belli bir ekol olarak öne çıkar. Bilindiği gibi, İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi vardır. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte, Ankara’daki Gazi Eğitim Enstitüsü de Ankara çevresinde ve İstanbul yanında ikinci bir merkez olarak dikkatleri üzerine çekmiştir. Sanatımızda buradan yetişmiş birçok kişiliklere de baktığımız zaman bu sözlerimizin doğruluğu kanıtlanıyor sanırım.
GÜNER- İnsan-doğa çatışması resimde geçmişten günümüze nasıl var olmuştur? İlk mağara resmini yapan neyi amaçlamış olmalı?
BİNZET- Neyi amaçladıklarını bilemiyoruz. Çünkü bu konuda yazılı belgeler, bugün elimizde bulunan mağara resimlerine ait ya da değişik kültürlere ilişkin, değişik yerlerde yapılmış tablet, taş, tahta ya da ilk kâğıt örnekleri üzerindeki gördüğümüz resimleri, ancak o dönemin sosyal yaşamlarını analiz ederek, eski inanış biçimlerini yorumlayarak birtakım varsayımlarda bulunuyoruz.
GÜNER-İlk örneklerinin bazıları da Anadolu’da sanırım.
BİNZET- Evet, Anadolu da bu işin içerisindedir. Sizin sorunuzdaki mağara resimleri bilindiği gibi, İspanya’daki, Fransa’daki birkaç yerleşim merkezinde günümüze gelmiş yerlerdir. Anadolu’da da başta Çatalhöyük olmak üzere, çok değişik yerlerde insan elinden çıkma ilk resim örneklerin, ilk heykelciklerin, ilk sanat eserlerinin yapıldığını görüyoruz. Değişik etkiler var dedik, bunlar işte dinsel etkiler olabiliyor, büyüsel etkiler olabiliyor. Sadece sanat amacıyla yapılıp yapılmadığı konusunda birtakım tereddütler var. Ama doğaldır ki, insanın olduğu yerde her duygu vardır. Dinsel etkilerle yapılmış resimler varsa, belki bir estetik hazzı paylaşan, onu yansıtmak amacıyla yapılmış resimler de olabilir. Bunların hiçbirini göz ardı etmemek gerekiyor.
GÜNER- Dergi ve gazete yazılarınızla, öğretici kimliğinizle resmin kuramsal yanıyla üst düzeyde ilgilisiniz. Boyalarla kurulan bütünlük anlamında güzel nedir? Resimde güzel neye denir?
BİNZET- Resimde güzel yerine sanatta güzel deyimini tercih ediyorum. Çünkü resim dediğim zaman sadece dar bir alana hapsetmiş oluyoruz. Genel olarak güzel, sanatın sorunudur. Tam bir tanımı yapılabiliyor mu? Yapılamıyor. Ama yüzlerce yıldan beri, belki binlerce yıldan beri, insan belleğini bu kadar meşgul etmiş bir kavramın tanımının yapılamamış olması da biraz tuhaf. Alegori gibi geliyor. Başta çıkarsız olması, insanda haz duygusunu uyandırması, karşılıksız bir beğeni duygusunu ortaya çıkmasına neden olması gibi birtakım çerçeve tanımlar var güzel duygusu konusunda. Gerçekten de haz dediğimiz; insanda bu, çıkara dayanmayan veya başka niyetler söz konusu olmadan, doğrudan doğruya, kendiliğinden var olan ve hiçbir somut noktaya da ulaşmayan böyle bir duygu var. Bunu güzel olarak tanımlıyoruz. Tabi günlük yaşamda bu kelime çok kaymalara uğramış. Günlük yaşamda herkes tarafından, hepimiz tarafından güzel kelimesi çok sık kullanılıyor. Gördüğümüz bir şeye güzel diyebiliyoruz. Bu bir insan da olabiliyor, bir obje de olabiliyor. Çok sık kullanıyoruz. İşte, beğendim, güzel diyebiliyoruz. Bunların tabi estetikte hedeflenen güzelden farklı kavramlar içerdiğini söylemek gerekiyor. Onlar birbirinden tümüyle ayrı şeyler. Sanattaki güzelin, demin belirttiğim gibi, karşılıksız beklentiler sonucu ortaya çıkan, bir yüceltme (sublimasyon), yüceltilmiş duygu eşliğinde haz duyuran, dinleyen ya da izleyen kişide haz duygusunu yücelten bir kavram olduğuna inanıyorum. Belirsiz bir kavram. Ya da belki ben tanımlayamıyorum. Fakat, dediğim gibi, güzel kavramı biraz belirsizliklerle dolu. Belki gizemlerle örülü.
GÜNER- Bilginin kaynaklık ettiği sezgisel bir olgu herhalde.
BİNZET- Yani, fizik gibi ölçülebilen bir durum değil. İnsanlar tarafından ölçülebilen, nitelikleri maddesel bir duygu değil. Ancak yaklaşımlarla, sezgiler yoluyla kavranabilen, bu çerçevede tanımı yapılmaya çalışılan bir duygu. Elbette büyük bir alan. Sanatın binlerce yıllık geçmişi düşünüldüğü zaman, sanatla ilgili kişilerin böyle bir duygunun peşinden koşması boşuna olmasa gerek. Dar bir çerçeveye bile bağlı kalınsa, yine de sanatın içindeki güzel duygusunun, hem sanatçı ve hem de izleyenler tarafından, üzerinden zaman geçse bile sürekli tartışılması bunun açık bir göstergesidir.
GÜNER- Dünya ve Türk resninde doğa ve tarımsal etkinlik teması konusunda neler söylersiniz?
BİNZET- Doğa resmi yüzlerce yıldan beri sanatçıları meşgul etmiş bir konu. Her sanatçı kendi algılamasına göre, kendi dünya görüşüne göre doğayı resmetmiştir. Tabi doğa denince işin içerisine tarım da giriyor. İnsanın yaşamsal öneme sahip ilk etkinliğidir. Bir üretim ilişkisini vurgular. O anlamda sanatta geniş bir yelpaze açılabilir. Bu gözlemin içerisine neler giriyor? Bu çok geniş bir konu, bu başlıbaşına çok derin bir konudur. Ama belki satırbaşlarıyla değinmemiz gerekirse, Eski Mısır resimlerinde tarlasında tarım yapan insanları görürüz. Duvar resimlerinde, papirüslerde vardır. Uzak Asya’daki Çin resminde ve o bölgedeki resim sanatında yine tarımsal üretimin değişik evrelerini görürüz. Doğaldır ki, Afrika, Avrupa, Amerika; yani insanın olduğu her yerde bu konular işlenmiştir değişik dönemlerde. Üslup farklıdır, teknik farklıdır. Bunlar doğru. Fakat değişmeyen bir şey var; bu farklılıklar arasında tarımla uğraşan insanlar ve tarım ürünleri resimde belli bir konu olarak hep karşımıza çıkar. Avrupa resmine geldiğimiz zaman, yani bugünkü çağdaş resim sanatının kaynağı kabul edilen Avrupa’da da yine değişik sanatçıların tarımla ilgili resimler yaptığını; çevrelerini, coğrafyaya bağlı üretim şeklini resimlerine konu ettiklerini görebiliyoruz. Sözgelimi, Fransız resminde Millet’in “Başak Toplayan Kadınlar” kült bir resimdir. Çok tanınan, çok bilinen bir resimdir. Ekinler toplandıktan sonra yerde kalan başakları toplayan köylü kadınları görürüz. Van Gogh’un değişik resimlerinde buğday tarlalarını görürüz, ayçiçeği tarlalarını görürüz. O da kendi bunalımlarıyla birlikte, yaşadığı kentin, yaşadığı kasabanın coğrafyasını, oradaki tarımı bize çok açık bir şekilde yansıtmıştır.

GÜNER- Adeta bir kıra sığınma durumu…
BİNZET- Evet, yaşadığı coğrafyayla birebir bağlantılıdır. Yaşadığı yerlerdeki gerçeklerden yola çıkyor sanatçı. Komşusundaki buğday tarlasını, komşusundaki ayçiçeği tarlasını resmediyor.
            Tabi, bize gelindiği zaman; bizde de resim sanatı yeni olmasına karşın, bizde de bu işin öncülüğünü yapmış sanatçılarımız yok değil. Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla birlikte, bizde paşalar dönemi var. Cumhuriyet öncesine kadar geliyor. Osman Hamdi, Şeker Ahmet Paşa, Halil Paşa gibi sanatçıları kapsıyor. Onlardan sonra gelen ilk kuşak 1914 Kuşağı’dır. Ya da Çallı kuşağı. Avrupa’ya gönderilen ilk kuşaktır. Ama Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, Türkiye’ye dönmek zorunda kalmışlardır. Bunlar, paşalar kuşağından sonra Türk resminin ilk kuşağı olarak kabul edilir. Bu dönemdeki sanatçılara baktığımız zaman, bunların yaşadıkları yerlerdeki kırsal bölgeyi resmeden kompozisyonlar yaptıklarını görürüz. Gene bu dönem içerisinde çok bilinen bir örnek olduğu için yineleyeceğim; Namık İsmail’in yaptığı tablolar bizde tarımsal üretimle ilgili en çok bilinen resimleri içerir. Namık İsmail harman resimleriyle çok tanınır. Dövenle çift süren, ekinleri ezen köylü gibi versiyonu vardır. Birbirine benzer iki ayrı versiyonu vardır bunun. Onunla ilgili değişik takvimlerde, reklamlarda çok sıkça karşımıza çıkar. Bir tanesinde testiden su içen bir köylü ön plandadır. O dönem Anadolu’su ki, o resmin yapıldığı 1920’li yılların hemen başlarıdır, o dönem Anadolu’sunun yaşam biçimini verir, tarımsal üretim biçimini bize yansıtır. Türk köylüsünün çalışma koşullarını bize verdiği için, hem belgesel özelliği vardır, hem de estetik anlamda güzel birer çalışma örneği olarak karşımıza çıkar. Yine aynı sanatçının “Köylüler ve Atatürk” kompozisyonunu, traktör başında gösteren çok büyük bir kompozisyonu da burada söylemek istiyorum. Bugün Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’nde bulunan resim, yaklaşık beş metre boyutundadır. Bu da hem dönemin tarımsal üretim biçimini, hem de ideolojisini birleştiren bir kompozisyondur. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında kurucu Atatürk’ün önderlik ettiği, işaret ettiği hedeflerin bir somut göstergesi olarak görülebilir bu resim. Teknolojiyi işaret eden, tarımı daha iyi yapabilmenin koşulu olan makineleşmeyi işaret eden ve aynı zamanda da bize resimde Anadolu’nun bozkır halini gösteren. Bunları tabiî ki başka sanatçılara da yaymak mümkündür. Çünkü üretim aşamalarını şöyle ya da böyle gerek fon olarak gösteren, gerekse ana konu olarak çıkaran sanatçılarımız olmuştur. Namık İsmail bu işin başlangıcında olduğu için özel bir yer vermek durumunda kalıyoruz. Değişik sanatçılarımız; tarımsal üretimin değişik aşamalarını, gerekse üretimin farklı alanlarını; işte balık avcılığını, denizdeki yaşamları konu eden sanatçılar olmuştur. Günümüze kadar geldiğimizde yine farklı sanatçıların köy yaşamını birebir işleyen yapıtlarının olduğunu da görüyoruz.  Neşet Günal, Akademi’nin yetiştirdiği önemli ressamlardan, yakın bir zaman önce kaybettiğimiz Neşet Günal yine köy yaşamını ve köylü figürlerini resimlerine esas konu olarak seçmiş bir sanatçıdır. İbrahim Balaban köy ve köylünün üretimdeki yerine bize yansıtır. Tarımsal üretimle ilgili söylenebilecek çok şey var. Bunları sanatçı, yaşadığı topluma yabancı değilse şu ya da bu şekilde resmine yansıtıyor.
GÜNER- Türk edebiyatında son dönemlerde, roman olsun, öykü olsun kırsal temalar terk edilme yoluna gidildi. Resimde böyle bir eğilim var mı?
BİNZET- Şöyle düşünebiliriz, Ben var ya da yok demeden şunu söylemek isterim. Sanatta şöyle bir gelenek vardır: Bir sanat akımı toplumla sanatın bileşimidir. Ondaki ekonomik, politik her türlü yaşam biçiminden süzülen, onların hepsini kapsayan bileşim karşımıza çıkar. Sanat yapıtı bunun bir dışavurumudur, somut dışavurumudur. Şimdi köy yaşamı diyoruz. Köy yaşamının konu edilen eserler bizde ne zaman çıkmıştır? Dönüp bakarsak şöyle bir özellik çıkıyor: Köy Enstitüleri’nin kurulmasından sonra. Köy Enstitüleri yoluyla köyün ve köylünün kalkındırılması çabasının başlaması ile birlikte, sanatın değişik akımlarında bir köy temasının ortaya çıktığı görülüyor. Bütün dünyada böyledir. Yani sanatın toplumsal yaşamla birlikteliğinin olduğu bütün dünyada böyledir. O anlamda söylüyorum. Buradaki Köy Enstitüleri seferberliği neyi getirmiştir? Bizde köy romanını getirmiştir. Sanatta konu ayrımı yapmak yanlıştır ama bir de bir gerçek var ki, Mahmut Makal, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt gibi köy gerçeğinden yola çıkarak eserlerini üreten sanatçılar o dönemin ürünüdürler. Bu dönemdeki toplumsal bilgiyle eserlerini ortaya koymuşlardır. Yine aynı dönemde biliyorsunuz; müzikten bir örnek vermek istiyorum. Bela Bartok, Macar müzisyen gelip Anadolu’daki halk müziği notalarını, ses yapısını incelemiştir. O dönemde birisi yabancı, ötekiler bizden olmak üzere farklı sanatçıların, farklı alanlarda, ortak bir temadan nasıl beslendiklerini görüyoruz. Köy gerçekliğinden yola çıkıyorlar. Sabahattin Ali’nin eserleri bu dönemde ortaya çıkmaya başladı. Kasaba yaşamını, kasabadaki insanların ruhsal durumlarını, köy yaşamını veren.
GÜNER- Sabahattin Ali’nin Değirmen adlı olağanüstü öyküsü hatırlanabilir burada.
BİNZET- Evet, “Kuyucaklı Yusuf”, Kuyucak’taki; kasabanın hemen dışında kalan bağları, tarlaları anlatan o Kuyucaklı Yusuf’un o tarlaların arasında, Muazzez’i atının arkasına alıp, dağlara doğru gitmesi unutulmaz bir bölümdür. Oralardan geçerken sanki bir ağacın arkasından çıkacak gibi gelir bana. Şimdi o dönem ressamlara baktığınız zaman bir paralellik görüyoruz. O dönem ressamları da köy gerçekliğinden yola çıkarak resimlerini yapmışlardır. Dolayısıyla resimde, şiirde, o bir dönemdi. Şimdi dönem değişti. Zoraki yöntemlerle değiştirildi. Artık bir göç olgusuyla karşılaştık. Göç olgusu bir bunalım edebiyatını gündeme getirdi. Bir gazetenin orta sayfasında vardı: Neden klasiklerimiz bugün yok, diye. Bugünün artık kurmaca yazarları var. Kurmaca bunalım edebiyatı yapan kitaplar çıkıyor. Günümüzde artık sanal bir yaşama doğru yönlendik. Yani bir internet ortamına girmeye başladık. Benimsemesek bile bu anlayışı köklerimizden koptuk, kendi gerçekliğimizden koptuk. Yani, teknoloji kullanılabilir, evet, ancak teknolojiyi kullanırken, alırken, kendi gerçekliğimiz üzerinde de en az o kadar kafa yormamız gerekir. Kendi gerçekliğimizi göz ardı etmememiz gerekir. Bunlardan koptuğumuz için resim sanatımızda, müzikte, edebiyatımızda bir bunalım edebiyatı, bir bunalım resmi, bir bunalım müziği var. Piyasaya hakim olan örneklere baktığımızda sanırım ne demek istediğimiz anlaşılır.
GÜNER- Sayın Binzet, sizin tablolarınızda da doğa önemli bir yer tutuyor. Bu seçiminizde neler etken oldu?
BİNZET- Bende de yakın çevre incelemeleri var ama çoğunluk tabi şunu kastediyor. Deniz manzaraları olduğundan, evet, hep soruluyor. Gündeme geliyor, neden deniz diye. Bu belki şundan: Düşünsel anlamda suyun, denizin insan yaşamında çok önemli bir yeri var. Su uygarlıktır. Geçmişin büyük uygarlıkları deniz kenarında doğmuştur. Geçmişin on iki İyon kentini düşünüyorsunuz. Ege’yi çevreleyen on iki büyük kent deniz kenarındadır. Deniz kenarı bir üretim biçimini size dayatır. Bütün bu okuduklarımdan olsun, gezip gördüklerimden olsun bende de öne çıkan doğa resmi bu. Bu nedenle de oradaki görüntüler, renkler, biçimler, imgelerimde, sanat düşüncemde genel bir yer kaplıyor. İyi midir, kötü müdür, orasını bilemiyorum ama ben de böyle bir şeyi öne çıkarıyorum. Bu benim kişisel bir tercihim. Sonuçta burada hedeflenen bir yaşam biçimi var. Yaşayan insanlar var. Soyut pastoral bir deniz değil. Yaşamlar, belki orada yaşayan insanların üzüntülerinin, özlemlerinin, duyduklarının sindiği kıyılar var. Bunlardan yola çıkarak böyle bir resim çizgisine varmayı amaçladım.
GÜNER- Çok teşekkür ederim.  


(Türktarım dergisinin Temmuz Ağustos 2006, 170. sayısında yayımlanmıştır.)

Pazartesi, Şubat 01, 2016

Dil Derneği Gürhan Uçkan Şiir Ödülü-2016





Dil Derneği Gürhan Uçkan Şiir Yarışması Katılım Koşulları
Yitirdiğimiz değerli Yazar, Şair, Gazeteci Gürhan Uçkan’ın kişiliğini, düşüncelerini ve yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmanın yanı sıra genç kuşakların dil duyarlılığını artırmak, yazınsal becerilerini değerlendirmek amacıyla Dil Derneği ile İsveç Atatürkçü Düşünce Derneği üniversite gençliği arasında “Dil Derneği Gürhan Uçkan Şiir Yarışması”düzenlemiştir.
Yarışmaya Katılma Koşulları
1) Adaylar ödüle en az üç, en çok beş şiirle katılabilir.
2) Adaylar üniversite öğrencisi olmalıdır.
3) Adaylar konu seçiminde özgürdür.
4) Ödül “tek” adaya ve şiire verilir, bölüştürülmez.
5) Yarışmaya gönderilecek şiir, daha önce başka bir yarışmaya katılmamış ve yayımlanmamış olmalıdır.
6) Şiirin bilgisayarla yazılması, her şiirin bir sayfa olmas, tüm şiirlerin CD’yle gönderilmesi zorunludur.
7) Ödül, 750,_ (yediyüzelli) TL’dir.
8) Ödüle başvuru, 1 Ağustos 2015’ten başlayacak, 30 Nisan 2016’da sona erecektir.
9) Yarışmacı, şiirlerini 6 kopya çoğaltarak adını, soyadını, özgeçmişini, açık adresini, telefonunu, e-postasını yazdığı diğer sayfayla birlikte rak 30 Nisan 2016'ya dek Dil Derneği’ne (Konur Sok. 34/4 Kızılay-Ankara) ulaştıracaktır. 30 Nisan 2016'dan sonra gelen ve postada geciken şiirler değerlendirmeye alınmayacaktır.
   
     10) Ödül töreni Mayıs 2016'da Ankara'da yapılacak, ödüle değer görülen şiirin yazarına bir belge ve anmalık sunulacaktır.
Seçici kurul Işık Kansu, Çiğdem Sezer, Nazım Mutlu, Ertuğrul Özüaydın, Ergül Çetin ve Günay Güner’den oluşmaktadır.
                                                                   Dil Derneği- İsveç ADD

Yazar-Halkbilimci Oğuz Tansel etkinliği-Mülkiyeliler Birliği


Çarşamba, Aralık 02, 2015

2016 YILI OĞUZ TANSEL ŞİİR ÖDÜLÜ BAŞVURU KOŞULLARI

OĞUZ TANSEL 2016 ŞİİR ÖDÜLÜ 

Üç Kanatlı Masal Kuşu OĞUZ TANSEL Öz Türkçe ’ye olan tutku düzeyindeki sevgisiyle görkemli bir şiir dili yaratmıştır. Kemal Özer’in “sanatsal ve siyasal kuşatmalar altındaki 1940 kuşağının ortak söyleyişler, ortak içerikler taşıyan ozanları arasında, söz konusu genel görünümün dışına en çok çıkanlardan biri “olarak gördüğü OĞUZ TANSEL 1940 kuşağının lirik ve özgün sesidir. Salâh Birsel’in tanımıyla: “doğa vurgunu, dağlarda duman duman ormanlardan, karlı uçurumlarda mavi sabahlardan geçip giden” OĞUZ TANSEL’i anılarda yaşatmak, devrimci kişiliğini, toplumcu düşüncelerini ve yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmak, genç kuşakların dil duyarlılığını artırmak, yazınsal becerilerini değerlendirmek amacıyla, OĞUZ TANSEL ŞİİR ÖDÜLÜ verilecektir.

Ödül, Folklor/Edebiyat Dergisi, Troya Folklor Araştırmaları Derneği ve Ankara Aydınlığı Girişimi’nin çabalarıyla gerçekleştirilmektedir.

Ödüle katılım koşulları:

1-    Ödül 2016 yılında şiir alanında bir yapıta verilecektir.
2-    Ödüle aday yapıtın 01.01.2015-31.12.2015 tarihleri arasında yayımlanmış kitap; yayımlanmamışsa, kitap oylumunda dosya olması gerekmektedir.  Yayımlanmış yapıtlardan oluşan toplu şiirler dosyası/kitabı ile ödüle başvuru kabul edilmemektedir.
3-    Ödüle son başvuru tarihi 31.01.2016’tir. (Postadaki olası gecikmeden düzenleme kurulu sorumlu değildir.)
4-    Ödül, düzenleme kurulu ve seçici kurul üyeleri dışında tüm katılımcılara açıktır.
5-    Ödül tek yapıta verilecektir.
6-     Yapıt daha önce yayımlanmış ise 6 adet gönderilmelidir. Daha önce yayımlanmamış yapıtlar, A4 boyutunda kâğıda,12 punto ve 1,5 satır aralığıyla bilgisayarda yazılmış 6 ayrı dosya biçiminde düzenlenmiş olarak kargo/posta ile gönderilecektir.
7-    Katılımcı, kısa özgeçmiş, iletişim bilgileri ve bir adet fotoğrafının bulunduğu ayrı bir zarfı yapıtıyla birlikte ulaştıracaktır.
8-    Ödül tutarı 2.000 TL olarak belirlenmiştir.
9-    Ödüle birden fazla yapıtla başvurulabilir. Ancak ödül, tek bir yapıta verilir.
10-  Ödüle katılmak için gönderilen eserler iade edilmeyecektir.
11- Ödül töreni 15 Nisan 2016 (Cuma) ’da Ankara’da Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde  yapılacaktır.  
12- Seçici kurul Müslim ÇelikErgül ÇetinProf. Dr. Cevat Geray, İlhan Gülek ve Metin Turan’dan oluşmaktadır.
13-  Başvurular şu adrese yapılacaktır: OĞUZ TANSEL ŞİİR ÖDÜL KURULU, Folklor/Edebiyat Dergisi,  Konur Sokak 36/13, Kızılay, 06650 Ankara
                                      
      Ayrıntılı bilgi için: folkloredebiyat@gmail.com   odultansel@gmail.com



Daha önce Oğuz Tansel Yazın Ödülünü Kazananlar:

2009 Şiir Ödülü: Ergül Çetin (Ülke Dilsiz Kapanıp Yüzüstü, Ankara: Edebiyat ve Eleştiri Kitaplığı).

2010 Halkbilim Ödülü: Melek Özlem Sezer (Masallar ve Toplumsal Cinsiyet, İstanbul:  Evrensel Basım Yayın).

2011 Çocuk Yazını Ödülü: Ayfer Gürdal Ünal (Türk Çocuk Yazınında Engellilik, İstanbul: Evrensel Basım Yayın).

2012 Halkbilim Ödülü: Gülsüm Cengiz (Kadınlar İçin Söylenmiştir, İstanbul: Evrensel Basım Yayın).

2013 Şiir Ödülü: İhsan Topçu (Kalbinden Kanıyor Zaman).

2014 Çocuk Yazını Ödülü: Nilay Yılmaz (Türk Çocuk Edebiyatı Kitaplarında Çocuk Gerçekliğine Eleştirel Bir Bakış).

2015 Halkbilim Ödülü: Mümtaz Fırat Kaybolan İzler).




Prof. Dr. Aysit Tansel
Department of Economics
 Middle East Technical University 06531 Ankara Turkey
 Tel: +90-312-210 2073 Fax: +90-312-210 7957