Günay Güner
Prof. Dr. Nurcan Özkaplan’a
Ekonomi, sözlük anlamıyla “insanların yaşayabilmek için üretme, ürettiklerini bölüşme biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğan ilişkilerin bütünü, iktisat” olarak tanımlanıyor. Diğer deyişle ekonomi temelde insan etkinliğidir. Amacı insanlığın gönencini (refah), gereksinimlerini sağlamaktır. Sınırlı kaynaklarla geniş boyutlu gereksinimler arasında denge kurmaktır.
A. Tarımın İktisadi Kalkınmaya Katkısı ve Önemi:
Tarımın, ekonomik gelişme süreci içinde önemli bir yere sahip olduğu açıktır. Ekonomilerin gelişmesini belirleyen temel unsurun sanayileşmek olduğunda kuşku bulunmasa da; tarım, sanayi kesimine gıda, sermaye, emek sağlayan bir kesim olması nedeniyle vazgeçilmez bir nitelik taşır. Öte yandan gelişmekte olan ülkelerde hem nüfusun hem de istihdamın büyük bir bölümü kırsal alanda yer alır. (Türkiye’de nüfusun %33’ü kırsal alanda yaşamaktadır.)
Tarımsal üretim, doğası gereği istikrarsızdır. Ürünlerin üretiminde yıllara göre iklim koşullarına bağlı olarak dalgalanmalar oluşabilir. Hububattan örnek verecek olursak, dünya buğday üretimi ortalama 560-580 milyon ton arasında değişirken, 2004/2005 döneminde 617 milyon ton olarak gerçekleşmiştir.
Ekonomik kuramlarda tarım ve sanayi sektörleri önceliği konusunda öne sürülen görüşler birbirinin karşıtı olmaktan çok tamamlayıcı niteliktedirler. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin tarımı sanayiye veya sanayiyi tarıma tercih etmeleri anlamlı değildir.
Tarımın iktisadi kalkınmaya katkısı başlıca üç başlıkta ele alınabilir: a) Üretim katkısı, b) Piyasa katkısı, c) Üretim faktörleri katkısı.
a) Üretim Katkısı:
Bütün diğer sektörlerdeki artışlara oranla tarım sektörü gelir artış hızı daha azdır. Tarım sektöründe geleneksel üretimin yapılması, ölçeğe göre azalan getirinin mevcut olması gelir artış hızının düşüklüğüne neden olan unsurlardır. Bu durumda gelişme süreci içinde tarım sektörünün Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payı oransal olarak azalmaktadır. Ancak üretim ve sanayiye kaynak ve hammadde sağlaması yönünden önemini korumaktadır (Tuna,1993:52). Özellikle gelişmekte olan ülkelerde gelişmenin başlangıç aşamasında ulusal gelirin yarısını tarımsal üretim oluşturmaktadır ( Kazgan,1993:239).
Tarımın milli gelirdeki payı ne kadar büyükse ve oransal gelişme hızı ne kadar yüksekse gelişmeye ürün katkısı o kadar yüksektir; bu değişkenler ne kadar küçükse o kadar azdır. Sözgelimi tarımın milli gelirin sadece % 10’unu oluşturduğu bir ileri sanayi ülkesinde ürün katkısı düşer. Bu da tarımın “ önemsizleşmesinin “ beklenir sonucudur.
b) - Piyasa Katkısı:
Tarımın gelişmeye piyasa katkısı toplam tarımsal gayrı safi üründen pazarlanan orana; tarımın satın aldığı girdilerin gayri safi ürüne oranına ve ( tarımsal ürünler başlıca ihraç mallarıysa) döviz getirisi içinde bunların payına dayanır.
Tarımda kişi başına gelir veri iken, tarımın diğer üretim kesimlerinden satın alabileceği ara girdiler, üretim araçlarının tarımsal ürün içindeki payı ve /veya nihai tüketici olarak üreticilerin satın alacağı tüketim mallarının payı, pazarlanan oranıyla ilişkili olabilir. Pazarlanan oran ne kadar yüksekse bu tür harcamalar da o kadar yüksek olabilir; pazarlama hizmetleri , tarıma dayalı sanayiler o ölçüde gelişebilir. Bu aynı zamanda ekonomide işbölümü ve uzmanlaşmanın gelişmesi, iç pazarın büyümesi ve kişi başına milli gelirin artması anlamına gelir.
Gelişmenin başlangıcında tarımın en önemli piyasa katkısı dış ticaret ve döviz getirisi yoluyla yaptığı katkıdır. Yatırım malları sanayini kuramayan ülke bunları ithal etmek zorundadır. Teknik düzeyi çok düşük olduğundan, üretim tekniğindeki değişme de, ithal edilen sermaye malına bağlıdır. Bunu sağlamak tarımsal ürün veya diğer hammadde ihracına bağlı olduğundan, tarımın katkısı yatırımların dış finansmanını sağlamakta, gelişme için gerekli ithalatı olanaklı hale getirmektedir. (Kazgan 1993:241)
c)- Üretim Faktörleri Katkısı:
Tarım sektörünün iktisadi gelişmeye bir önemli katkısı da diğer sektörlere üretim faktörü sağlamasıdır.
Gelişmekte olan ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu tarım kesiminde olmakla birlikte, ekonomik gelişmeye paralel olarak tarımdaki fazla nüfus oransal olarak azalmaktadır. Bunun nedeni sanayi sektörünün işgücü talebidir. Ancak tarım kesiminden nüfus kayması düzenli olmamaktadır. Öncelikle tarım kesimindeki nüfus artış hızı, diğer kesimler emek talebinden çok daha fazla olduğundan, tarım kesiminde işgücü fazlası oluşmaktadır. Dolayısıyla bu durum gelir dağılımının bozulması, gizli işsizlik, satın alma gücünün azalması gibi sosyal sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Tarım sektörünün diğer sektörlere aktardığı ikinci faktör sermaye olabilir. Genel olarak hızlı nüfus artışı nedeniyle tarım kesiminin gelir düzeyi düşük olmakla birlikte, özellikle ekonomik gelişmenin ilk dönemlerinde ihracat olanaklarının geliştirilmesi sonucunda, tarım kesimindeki ürün fazlası elde eden büyük toprak sahipleri gelirlerini artıracaklardır. Ayrıca düşük vergilendirmenin de etkisiyle oluşacak olan sermaye birikimi, daha karlı ve verimli olan sanayi sektörüne aktarılır.
Kaynak aktarımının bir diğer mekanizmasını da iç ticaret hadleri oluşturur. İç ticaret hadlerinin tarım kesimi aleyhine çevrilmesi kaynak aktarımına yol açar. Özellikle yeni kurulan sanayilerin gelişmesi sonucu tarım sektörüne göre daha cazip yatırım olanakları oluşturması, bu kesime sermaye aktarımını artıracaktır.
B. Tarım Ürünlerinde Fiyat Oluşumu:
Tarımsal ürün arzının önemli bir özelliği, ürünün fiyatının, ürün elde edildikten sonra oluşmasıdır. Dolayısıyla bu durumda o yıl oluşan fiyatla, ortalama maliyet ilişkisi kopar.
Piyasa döneminde ürün arzının fiyatlara etkisi, ürün elde edildikten sonra ve ürünün ekilmesiyle hasadı arasındaki dönemde olmak üzere farklı özellikler gösterir. Birinci halde üreticinin alternatifleri olmadığı ve alternatifleri olduğu iki ayrı durum söz konusudur.
Hububat, pamuk, tütün, fındık gibi ürünler yıllık ve bekletilebilir (veya stok edilebilir) nitelikte iken, taze meyve ve sebze, süt gibi ürünler çabuk bozulur, bekletilemez, stok edilemez bir nitelik taşırlar. Tarım ürünleri fiyatları bu noktada diğer mal ve hizmet fiyatlarından farklılık gösterir. Hasattan sonra, o yılın fiyatı, varolan ürün miktarı ve talep (ya da talep tahmini) tarafından belirlenir.
Ürün ne kadar çabuk bozuluyorsa, üreticinin değerlendirme seçenekleri ne kadar az ise, arz eğrisinin dik bir doğru olma ihtimali o kadar fazladır; talep eğrisi, fiyatı oluşturmakta o kadar etkili olur. Eğer üreticinin alternatifleri varsa, bu üreticinin “satmaya razı olma fiyatı “ fiyatın düşeceği alt sınırı çizer; fiyat bunun altına düşerse, ürünün piyasaya tümünü veya bir kısmını arz etmekten vazgeçer. Fiyatın alt sınırını ise, aracının türev talebi ( nihai talep ) çizer. ( Kazgan 1993:171 )
Tarım ürünlerinin üretiminin uzun bir dönem gerektirmesi nedeniyle, arzı piyasada talebe göre oluşacak bir fiyat karşısında yıl içinde artırmak olanaksızdır. Böyle bir fiyat üreticilerin gelecek yıl üretimlerini mutlaka etkileyecektir. Yüksek bir fiyatın çekiciliği karşısında üreticiler daha bol üretimde bulunabilirler. Bol üretim nedeniyle piyasaya sürülen ürün artacak, buna karşılık talep esnekliği sınırlı olan tarımsal ürün fiyatlarında büyük bir düşme görülecektir. Bu olguyu 1938 yılında Mordecai Ezekiel, “Cobweb Teoremi“ adı altında ortaya koyarak çok önemli bir katkı sağlamıştır. (Cobweb İngilizcede örümcek ağı anlamına gelir.)
Buna göre arz ve talebin zaman içinde birbirine uyması ancak bir gecikmeyle gerçekleşebilir. Herhangi bir dönemde talep edilen miktar o dönemin fiyatının bir fonksiyonu ise de, arz edilen miktar o dönemin değil, ancak ondan bir önceki dönemin bir fonksiyonu olabilir. Çünkü üretim işlemi zamana bağlıdır. (Divitçioğlu 1982:153)
Şekil 1
Konuyu şekille şöyle açıklayabiliriz: Birinci dönemde üretim Q1 ve fiyat P1’dir. Bu yüksek fiyat ikinci dönemde Q2 gibi yüksek bir üretime yol açmakta, bu durum ise fiyatın P3 düzeyine düşmesine neden olmaktadır. İkinci dönemin fiyatı P3, üçüncü dönemin üretimini belirlemektedir. Şöyle ki; üreticiler P3 gibi düşük bir fiyat karşısında üçüncü dönemin üretimini Q3’e düşürürler. Q3 üretimi ise fiyatı P2’ye yükseltir. Bir sonraki aşamada P2 fiyatı dördüncü dönemin üretimini etkiler ve üretimi yükseltir. Bir müdahale olmazsa bu değişmeler sonsuz bir şekilde sürebilir. Yukarıdaki şekilde incelenen durum Cobweb’in denge durumuna doğru sürdüğü durumdur.
Ayrıca Cobweb mekanizmasının dengeden uzaklaştığı ve aynı büyüklükte sürekli salındığı iki farklı durum daha vardır.
Şekil 2
Cobweb’in bir noktada birleşmesinin nedeni gecikmiş üretim, yani arz eğrisinin fiyat ( yani talep) eğrisinden daha dik olmasıdır. İki eğri eşit olduğunda ise Cobweb, şekil 2’de görüldüğü gibi, aynı dikdörtgenin üzerinde sürekli hareket halinde olur. Eğer fiyat (talep) eğrisi gecikmiş üretim (arz) eğrisinden daha dikse, Cobweb bir noktadan uzaklaşan bir eğilim gösterir. (Soral 1973:150)
Cobweb olgusu tarımsal ekonomide hemen hemen hiç eskimez. Üreticiler günümüzde de sık sık bu durumla yüz yüze kalırlar. Söz konusu olumsuz işleyişin önlenebilmesi, bir yanıyla, stoklama ve müdahale amacıyla, nitelikli ve geniş depolama kapasitelerine ulaşmakla; müdahale kurumları, kooperatifler, birlikler, bankalar gibi tarımsal yapıların güçlendirilmeleri ve işlevselleştirilmeleriyle olanaklıdır.
C. Tarımsal Fiyatlara Devlet Müdahalesi:
Tarım ürünlerinin fiyat dalgalanmalarından doğan sorunların çözümlenebilmesi, devletin fiyat oluşumuna müdahalesini zorunlu kılar. Devlet fiyat oluşumuna dolaysız ve dolaylı olmak üzere iki biçimde müdahale edebilir. Dolaysız müdahalenin yöntemleri fiyat sübvansiyonu ve fiyat desteği olarak belirtilebilir. Dolaylı müdahale yöntemleri ise üretimde kullanılan girdilere sübvansiyon verilmesi ve kotalama şekillerinde uygulanabilir.
C.1. Fiyatlara Dolaysız Müdahale:
Fiyatlara dolaysız müdahale Fiyat Sübvansiyonu ve Fiyat Desteği olarak iki biçimde uygulanabilir.
a. Fiyat Sübvansiyonu:
Fiyat sübvansiyonu, işletmelerin ürettikleri mal veya hizmeti daha ucuza, hiç değilse fiyatları yükseltmeden tüketicilere sağlamak amacıyla verilen sübvansiyon olarak tanımlanabilir. (Tevfik Pekin’den aktaran Bulmuş 1978:53) Ancak bu tanım, tüketicilerin ve üreticilerin birlikte korunması ve ayrıca tarımsal fiyatlarda istikrarın sağlanması olgularını kapsamamaktadır. Sübvansiyon ilgili kesime yeni üreticilerin gelmesine yol açar. Uygulamadan üreticilerin elde edeceği toplam kazanç, kesime yeni gelen üreticilerin üretici rantı olan alan kadardır.
Sübvansiyon uygulaması üretimin piyasa fiyatını düşüreceğinden, tüketicilerin kazancı olacaktır. Ayrıca toplumsal açıdan bir refah kaybı vardır. Çünkü üreticilerin ve tüketicilerin sübvansiyon uygulamasından elde ettikleri toplam kazanç, devletin toplam sübvansiyon giderlerinin altında kalır. (Bulmuş 1978:55) Fiyat sübvansiyonu tarım kesimi gelirlerinin kısa dönemde artmasını sağlarken, sorunun uzun dönemli çözümüne katkı yapamadığı gibi, sorunları ağırlaştırıcı etkileri de olabilir. Şöyle ki, sübvansiyonun nedeni belirli bir dönemde fazla arz nedeniyle ürün fiyatının aşırı düşmesi olduğundan, üretici gelirlerini artırmak için arzı kısmak gerekir. Oysa sübvansiyon arzın kısılması değil, özendirilmesi sonucunu doğurur. Gelirlerin düzeyinin korunması sübvansiyon uygulamasını sürekli hale getirir. Bu durum da refah kaybının sürekli olması anlamına gelir. “Yeni tarım tekniklerinin kullanılması verimliliği artıracağından birim başına azalan maliyetlerle birlikte arz eğrisi de sağa kayacaktır. Bu olgu sübvansiyon uygulanması halinde, ağır finansman yükü getirecektir. Çünkü uygulamanın devlete olan maliyeti, üretimdeki artışla doğru orantılı olarak artacaktır “. (Bulmuş 1978:56)
b. Fiyat Desteği:
Bu yöntemde devlet belirli bir ürün için, ürünün piyasa fiyat düzeyinin üstünde bir fiyat belirler ve belirlediği fiyattan kendisine getirilen ürünü satın alır.
Şekil 3
Şekil 3‘e göre, devlet arz ve talebin oluşturduğu piyasa fiyatı Po ‘dan yüksek P1 gibi bir fiyat belirler ve Do talep eğrisinin belirlediği, piyasa fiyatından tüketicilerce satın alınacak ürün miktarıyla, bu fiyattan üreticilerin arz miktarı arasındaki fark olan piyasada satılamayacak arz fazlasını satın alır. Bu tür fazlaların devletçe satın alınması işi yükleme, boşaltma, depolama, muhafaza (çürümeyi önleme) v.b. gibi masraflı ve pahalı işlemleri gerektirir.
Fiyat desteği konusunda asıl önemli sorun, devletin satın aldığı ürün fazlasını kullanma biçimi noktasında ortaya çıkmaktadır. Tarımsal üretimin doğal koşullara büyük oranda bağlı bulunduğu ülkelerde devletçe satın alınan ürün fazlası piyasayı düzenlemek amacıyla, bol ürün yıllarında aldığı ürünü kıt ürün yıllarında piyasaya sunmak yöntemiyle kullanabilir. İç piyasada sağlanacak fiyat istikrarı üretici gelirlerinin üretim miktarına koşut olarak artması ya da azalması sonucunu doğurur. Fiyat istikrarının olmaması durumunda ise üretici gelirleri üretim miktarıyla ters orantılı olarak oluşur. Diğer anlatımla üretici gelirleri üretim arttığında azalacak, üretim azaldığında artacaktır. Bu durumda “fiyat istikrarı” amacıyla “üretici gelirlerinin istikrarı” amacı çatışmaktadır. Öncelik verilecek amaç farklı koşullarda belirlenebilecektir.
Fiyat istikrarının gelir istikrarı hedefinden daha önemli sayılmasını gerektiren ürünler olabilir. Bu ürünler geniş bir tüketici kitlesiyle ilgili ya da diğer ekonomik sektörlere girdi niteliği taşıyan ürünlerdir. Bu tür bir etki yaratmayan, yaklaşık tümünün talebe yöneldiği ürünlerde gelir istikrarı hedefi fiyat istikrarı hedefine oranla daha fazla önemsenebilecektir. Ancak her iki hedefi dengeli biçimde birlikte gerçekleştirmeye yönelmek de mümkündür. Devlet, fiyatları üretimdeki değişme oranında ama ters yönde değiştirebilmeyi başarabilirse, gelirler istikrarlı olabilir. Fiyatlar dalgalanacak olsa da bu kontrollü bir dalgalanma olacaktır.
Devletin müdahalesi sonucunda, ürünü düşük fiyattan satın alıp, yüksek bir fiyattan satacak olması nedeniyle kar elde etmesi de olanaklı olabilir. Bu politikanın net kar sağlayıp sağlamaması, devletin ürününün stoklanması için yapacağı giderlere bağlıdır. (Bulmuş 1978:61)
Fiyat desteği uygulaması, rekabet ortamına oranla üretici gelirlerini artırması dolayısıyla milli geliri yükseltir. Bu yükseliş desteklenen ürünün talebini de artırır. Bu nedenle talep eğrisi tümüyle sağa kayar, bu demektir ki yeni (yüksek) talep koşulları oluşur. Fiyat desteğinin ürünün talebi üzerindeki etkisinin büyüklüğü, ürün talebinin gelire olan esnekliğine bağlıdır. Diğer deyişle, gelirdeki bir birim artışın talepte ne kadar artış yaratacağına bağlıdır. Bu esneklik ise tarımsal ürünler için çok zayıftır. (Bireyler gelirleri arttı diye daha fazla, gelirleri düştü diye -belli düzeyden sonra- daha az yemezler.) Dolayısıyla fiyat desteği uygulaması ekonomideki depresyonist eğilimlere karşı olumlu etki sağlasa da, arzın esnek olmadığı bir ekonomide enflasyonist bir etkiye de yol açabilir. Ürün arzının esnek olduğu bir yapıda fiyat desteği uygulaması devletin elinde büyük miktarda ürün stoklarının oluşmasına yol açabilir. Biriken bu stokların ne amaçla ve nasıl kullanılacağı da önemli bir sorundur.
Buna göre, devlet elinde bulunan stokların tümünü veya bir kısmını, piyasada fiyat ve gelir istikrarının bozulmaması için imha edebilir. Bu uygulama net toplumsal refah kaybını ifade eder. Devlet ikinci olarak elindeki stokları çeşitli adlar altında yardımlar yaparak eritebilir. Bu yardımlar yoksullara, hastanelere, diğer ülkelere karşılıksız olarak vermek biçiminde olabilir. Üçüncü uygulama ise fazla ürünün, dünya fiyatlarının altında bir fiyatla da olsa, ihraç edilmesidir.
Öte yandan fiyat desteği uygulaması genellikle uzun dönemde büyük çiftçiye yarar sağlar. Küçük aile işletmelerinin aleyhine sonuçlar doğurur. Fiyat desteğinden küçük aile işletmeleri ancak kısa dönemde yarar sağlayabilir. Bununla birlikte uzun dönemde küçük işletmelerin yaşamalarına olanak vererek kaynakların optimum kullanımını engeller. Ayrıca küçük işletmelerin yaşamasına olanak sağlanması köyden kente göçü de yavaşlatan, sağlıksız kentleşmeyi önleyen bir unsurdur. Fiyat desteği uygulamasıyla büyük işletmeler piyasada oluşabilecek fiyat ile destek fiyatı arasındaki farkın toplam üretimle çarpımı kadar bir tutar sübvansiyon elde etmiş olurlar. Oysa küçük işletmelerin üretim kapasiteleri de düşük olacağından sağlayacakları sübvansiyon tutarı önemsiz düzeyde olacaktır. Cüce aile işletmelerine sağlanacak hibe, yardım ve yan gelirlerin tutarı bu işletmelerin ürettikleri miktarın büyüklüğüyle değil, ailenin büyüklüğüyle ilişkilendirilmelidir.
c. Fiyat Sübvansiyonu ile Fiyat Desteği Uygulamalarının Karşılaştırılması
Bu iki yöntemin doğurduğu farklı sonuçları devlet, tüketiciler ve toplumsal refah yönlerinden incelemek gerekir. Öncelikle üreticilerin elde ettikleri gelir tutarı yönünden her iki yöntem arasında fark yoktur. Ancak bu gelirin sağlanmasında devletin ve tüketicilerin payları bakımından farklar vardır. Bu ayrımları şöyle gösterebiliriz:
Fiyat sübvansiyonu
Fiyat desteği
Talep fiyattaki değişimlere duyarsızsa ?
Talep fiyattaki değişimlere duyarsızsa ?
Üretici gelirlerinin kaynağı olarak devletin payı tüketicilere oranla yüksektir.
Üretici gelirlerinin kaynağı olarak devletin payı tüketicilere oranla düşüktür..
Üretici gelirlerinin büyük bölümü vergilerle karşılanır.
Talep fiyattaki değişimlere duyarlıysa ?
Talep fiyattaki değişimlere duyarlıysa ?
Üretici gelirlerinin kaynağı olarak devletin payı tüketicilere oranla düşüktür.
Üretici gelirlerinin kaynağı olarak devletin payı tüketicilere oranla yüksektir.
“Ürünün talebinin fiyata olan esnekliği birden küçükse, (yani talep fiyattaki değişimlerden fazla etkilenmiyorsa G.G.) üretici gelirlerinin kaynağı olma bakımından devletin payı, tüketicilere oranla, sübvansiyon uygulamasında fiyat desteği uygulamasına göre daha fazladır. Ürünün talebinin fiyata olan esnekliği birden büyük ise (talep fiyat değişimlerine duyarlıysa G.G.) üretici gelirlerinin kaynağı olma bakımından devletin payı tüketicilere oranla, fiyat desteği uygulamasında, fiyat sübvansiyonu uygulamasına göre daha fazladır “ (Bulmuş 1978:64).
Tüketiciler ve devletçe katlanılan yükün toplamı aynı kalmakla birlikte, bu yükün tüketiciler ve devlet arasında farklı dağılması vergi mükellefleri bakımından önemlidir. Talep esnekliği birden küçük bir tarımsal ürüne devlet müdahalesinin söz konusu olması halinde; uygulanan müdahale yöntemi fiyat sübvansiyonu ise, bu durum üretici gelirlerinin büyük bölümünün vergi gelirleriyle karşılandığı anlamına gelir. Buna göre finansman yükü yüksek gelir diliminde bulunanlar tarafından üstlenilmektedir.
Öte yandan konuya toplumsal refah yönünden bakıldığında da farklı sonuçlar gözlenmektedir. Fiyat sübvansiyonu uygulamasında tüketiciler fiyat desteği uygulamasına oranla daha fazla miktarda ürünü düşük fiyattan satın alarak önemli ölçüde rant sağlarken, aynı zamanda fiyat desteği yönteminin uygulanması halinde imha, düşük fiyatla ihraç ya da tali alanlarda kullanmak gibi yollarla elden çıkarılacak ürün tüketicilerce değerlendirilmiş, böylece de toplumsal refah artmış olur. Ancak tüketicilerin bir tarımsal üründen fazla tüketmeleri diğer tarımsal ürünlerin tüketimini, dolayısıyla bu ürünlerin üretici gelirlerini azaltabilir. Ayrıca fiyat sübvansiyonu fiyat desteğine göre serbest piyasa düzenini daha az bozar.
Bir diğer önemli özellik de sübvansiyona ilişkin destekleme düzeyinin nasıl belirleneceğidir. Gelişmekte olan ekonomilerde tarımsal üretimin doğa koşullarına bağımlılığının yüksek ve ürün talebinin esnek olmayışı nedeniyle, böyle bir ürüne devletin fiyat sübvansiyonu yöntemiyle müdahalesi halinde, ürünün piyasa değeri ne kadar büyükse, sübvansiyon toplamı da o ölçüde yüksek olacaktır. Bu nedenle “sübvansiyona ilişkin destekleme seviyesi, üretimin geçmiş yıllar ortalamasını tüketime sevk edecek düzeyin daha üstünde tespit edilmemelidir “. (Bulmuş 1978:66) Aksi durumda sübvansiyon ödeme toplamı ürünün toplam piyasa değerinden fazla olacaktır.
Bir başka konu da, sübvansiyon destekleme düzeyinin üretim miktarı değişmeleriyle ters yönde ve orantılı olarak belirlenmesidir. Bu durum hem üretici gelirlerini istikrarlı kılacak, hem de bol ürün dönemlerinde devletin sübvansiyon yükünü azaltacaktır.
Fiyat sübvansiyonu üretimin tümünün tüketime gitmesini sağlayarak devleti fiyat desteğinde katlanılacak satın alma ve stoklama giderlerinden kurtarır. Tüketicilerin ürünleri ucuza tüketmelerine imkân verir. Bu ürünlerin ihraç edilebilmesi için gereken özendirici unsurlara olan ihtiyacı azaltır veya ortadan kaldırır. Dolayısıyla fiyat desteği uygulamasına göre çok daha ekonomiktir. Ancak fiyat sübvansiyonu yöntemi sorunlara geçici çözümler getirir. Kalıcı iyileşmeler sağlamaktan uzaktır.
C.2. Fiyatlara Dolaylı Müdahale:
Fiyatlara dolaylı müdahale, üretim girdilerine sübvansiyon verilerek ve kotalama yapılarak iki şekilde uygulanabilir.
a. Üretim Girdilerine Sübvansiyon Verilmesi
Devlet üretim faktörleri ve girdilerin çiftçilere olan maliyetini düşürmek amacıyla, üretim faktörleri ve girdilere sübvansiyon verebilir. Bu sübvansiyonlardan daha fazla yararlananlar büyük ölçekli tarım işletmeleridir. Çünkü küçük aile işletmelerinin üretim kapasitelerinin küçüklüğü, bu işletmelerin sübvansiyonlardan elde edebileceği yararları da sınırlar. Hatta söz konusu aile işletmelerinin geleneksel yöntemlerle tarım yapmaları sonucunda, sübvansiyona konu tohumluk, gübre, tarım ilacı, kredi, tarım araçları ve makineleri gibi girdileri kullanma düzeylerinin düşük olması da sübvansiyondan yararlanmalarını engelleyen bir unsurdur.
Tarımsal ürünün tümüne yakın bir bölümünü piyasa için üreten ekonomilerde fiyat sübvansiyonu ve desteği yöntemleri etkin olabilir. Ancak bu koşulun zayıf olduğu ürün veya ekonomilerde sübvansiyon verilmesi fiyat desteğine göre küçük üreticinin daha fazla yararınadır.
b. Kotalama
Devletin tarımsal fiyatlara müdahale yöntemlerinden biri olarak kotalama devletin diğer müdahale uygulamalarından doğan finansman yükünü sınırlandırmak amacıyla geliştirilmiş bir yöntemdir. Fiyat sübvansiyonu ve fiyat desteği yöntemleri üretimi özendirmekte, artan üretim devletin finansman yükünü de artırmaktadır. Dolayısıyla kotalama ile ürün fiyatının düşmesini önlemek için üretilen miktarı sınırlamak gereksiniminden doğmuştur. Tarım ürünlerinin arz ve talebi temel alınarak yapılan analize göre, üretimin azaltılması üretilen ürünün piyasa fiyatını yükseltecektir. Tarım ürünlerinin talep esnekliği düşük olduğundan üretimin kısılması üreticilerin toplam gelirini yükseltecektir. Bu durum aynı zamanda üretim giderlerini de azaltacaktır. Ancak bu uygulamadan tüketiciler olumsuz yönde etkileneceklerdir.
Başlıca kotalama yöntemleri alan ve miktar kotalamasıdır.
b.1. Alan Kotalaması
Alan kotalaması global ve kişisel nitelikte uygulanabilir. Global olan ürüne ayrılacak toplam alanın, kişisel olan ise işletmelerin ayıracakları alanın sınırlandırılması biçimleriyle ilgilidir. Elde edilecek yarar bakımından kişisel kotalama global kotalamadan daha etkindir. Türkiye tarımında tütün ve çay global kotalamaya, haşhaş ise kişisel kotalamaya örnek verilebilir. Kişisel alan kotalamasında üreticiler işledikleri toplam arazinin belli bir yüzdesini söz konusu ürünün ekimine ayırabilir.
Üreticiler uzun dönemde tasarruf edici, verimliliği artırıcı önlemleri almaları nedeniyle arz eğrisi tekrar sağa kayabileceğinden alan kotalaması her zaman istenen sonucu vermeyebilir. Ayrıca bu yöntemde önemli bir kısım arazi işlenmeyeceğinden toplumsal refah kaybı oluşur. Buna karşın ekim alanını sınırlamakla ürün kalitesinin artırılması ve birim başına verimi artırıcı olumlu etkilere de yol açabilir.
b.2. Miktar Kotalaması
Tarımsal üretim faktörleri ve girdi arzının esnek olduğu ekonomilerde alan kotalaması üretimi azaltmaya yetmemektedir. Bu nedenle devlet arzı sınırlandırmak için miktar kotalamasına gider. Miktar kotalamasında kültür arazisinin bir kısmı boş kalmak yerine, başka tarımsal ürünlerin üretimi için kullanılabilir. Ancak bu yöntem bazı sakıncaları da getirebilir: İlki miktar kotası uygulanan ürünün üretiminden çekilen üretim faktörlerinin diğer ürünlerin üretimine kaydırılması nedeniyle, bu ürünlerin üretiminde istenmeyen artışların oluşabilmesidir. Bunu önlemenin yolu belli başlı ürünlerin tümünü kota kapsamı içine almaktır. Bu durumda üreticiler dikkatlerini maliyetlere yönelterek, verimliliğin ve etkinliğin artırılması yoluna gideceklerdir. Ayrıca doğa şartlarındaki olumlu değişmeler üretim miktarında, kota sınırlarının üzerinde artışa neden olabilir. Miktar kotalamasının başarısı sürekli bir denetime bağlıdır.
Miktar kotaları fiyat desteği ile birlikte de uygulanabilir. Bu durumda kotayı aşan üretim için daha düşük bir fiyat uygulanır. Bu sistemle çok geniş bir üretim kapasitesine destek uygulanmasının da önüne geçilmiş olur.
Sonuç
Dünyada ve Türkiye’de 1980’lerle başlayıp 1990’lı yıllarda etkisini artıran paracı (monetarist) politikaların başlıca söylemlerinden biri bütçe açıklarının enflasyonun önemli nedenlerinden olduğu ve kamu harcama kalemlerinden tarımsal harcamaların, desteklerin kaldırılması yönündeki yaklaşımdı. Bu anlayış ise kamusal girişim, mülkiyet ve eylemlerin verimsiz, özel girişim, mülkiyet ve eylemlerin ise verimli olduğu argümanına dayanmaktaydı.
Söz konusu yaklaşım, yukarda belirtilen, ekonominin amacının bir bütün olarak insanlığın refahını ve mutluluğunu sağlamak olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir. Bu nedenle de mikroekonomik firma verimliliğinin göstergesi olan kâr maksimizasyonunu tek ölçüt olarak almakta ve girişimleri buna göre değerlendirmektedir. Oysa gene ekonomi bilimi kamu girişimlerinin ve kararlarının her zaman söz konusu ölçütle değerlendirilemeyeceğini, toplumsal anlamda maliyet-fayda analizinin ölçüt alınabileceğini söylemektedir. Tarım sektörünün iklime ve diğer değişkenlere bağlı istikrarsızlık yaratıcı doğası, bu alana serbest piyasa koşullarına bırakmak yerine, doğru ve anlamlı müdahaleler yapılmasını gerekli kılmaktadır. Ekonomi biliminin de bize gösterdiği gerçek budur. Gelişmiş ekonomilerin bile tarımsal desteklerden vazgeçemeyişlerinin altında bu olgu yatmaktadır.
Bu gerçek ışığında bakıldığında tarımsal harcamalar ulusal gelire katkı sağlayan, ekonomiye canlılık ve devinim kazandıran, diğer sektörlere hammadde ve kaynak aktaran, gelişmiş/gelişmekte olan hiçbir ekonominin kayıtsız kalamayacağı yaşamsal gereksinimleri karşılayan, çarpık kentleşmeyi, iç göçleri ve yarattığı yoksulluğu, toplumsal güvenlik sorunlarını önleyen, ulusun üretim yeteneğini koruyan, kültürel gelişimini sürdüren vazgeçilmez nitelikteki harcamalardır. Dolayısıyla tarım ekonomisi uzun vadeli ve derinlikli bir bakışla analiz edilmelidir.
Kaynaklar
Bulmuş, İsmail. 1978 “Tarımsal Fiyat Oluşumuna Devlet Müdahalesi”, AİTİA Yay.
Divitçioğlu, Sencer. 1982 “Mikroiktisat”, Ar Yay.
Kazgan, Gülten. 1993 “Tarım ve Gelişme”, Filiz Kit.
Soral, Erdoğan. 1973 “Tarım Ürünlerinde Fiyat Teşekkülü ve Devlet Müdahalesi”, EİTİA Derg., 50.Yıl Özel Sayısı, s.146-176
Tuna, Yusuf. 1993 “Tarımda Verimlilik Artışının Ekonomik Sonuçları: Türkiye İle İlgili Bir Değerlendirme”, MPM Yay., No: 487
Prof. Dr. Nurcan Özkaplan’a
Ekonomi, sözlük anlamıyla “insanların yaşayabilmek için üretme, ürettiklerini bölüşme biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğan ilişkilerin bütünü, iktisat” olarak tanımlanıyor. Diğer deyişle ekonomi temelde insan etkinliğidir. Amacı insanlığın gönencini (refah), gereksinimlerini sağlamaktır. Sınırlı kaynaklarla geniş boyutlu gereksinimler arasında denge kurmaktır.
A. Tarımın İktisadi Kalkınmaya Katkısı ve Önemi:
Tarımın, ekonomik gelişme süreci içinde önemli bir yere sahip olduğu açıktır. Ekonomilerin gelişmesini belirleyen temel unsurun sanayileşmek olduğunda kuşku bulunmasa da; tarım, sanayi kesimine gıda, sermaye, emek sağlayan bir kesim olması nedeniyle vazgeçilmez bir nitelik taşır. Öte yandan gelişmekte olan ülkelerde hem nüfusun hem de istihdamın büyük bir bölümü kırsal alanda yer alır. (Türkiye’de nüfusun %33’ü kırsal alanda yaşamaktadır.)
Tarımsal üretim, doğası gereği istikrarsızdır. Ürünlerin üretiminde yıllara göre iklim koşullarına bağlı olarak dalgalanmalar oluşabilir. Hububattan örnek verecek olursak, dünya buğday üretimi ortalama 560-580 milyon ton arasında değişirken, 2004/2005 döneminde 617 milyon ton olarak gerçekleşmiştir.
Ekonomik kuramlarda tarım ve sanayi sektörleri önceliği konusunda öne sürülen görüşler birbirinin karşıtı olmaktan çok tamamlayıcı niteliktedirler. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin tarımı sanayiye veya sanayiyi tarıma tercih etmeleri anlamlı değildir.
Tarımın iktisadi kalkınmaya katkısı başlıca üç başlıkta ele alınabilir: a) Üretim katkısı, b) Piyasa katkısı, c) Üretim faktörleri katkısı.
a) Üretim Katkısı:
Bütün diğer sektörlerdeki artışlara oranla tarım sektörü gelir artış hızı daha azdır. Tarım sektöründe geleneksel üretimin yapılması, ölçeğe göre azalan getirinin mevcut olması gelir artış hızının düşüklüğüne neden olan unsurlardır. Bu durumda gelişme süreci içinde tarım sektörünün Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payı oransal olarak azalmaktadır. Ancak üretim ve sanayiye kaynak ve hammadde sağlaması yönünden önemini korumaktadır (Tuna,1993:52). Özellikle gelişmekte olan ülkelerde gelişmenin başlangıç aşamasında ulusal gelirin yarısını tarımsal üretim oluşturmaktadır ( Kazgan,1993:239).
Tarımın milli gelirdeki payı ne kadar büyükse ve oransal gelişme hızı ne kadar yüksekse gelişmeye ürün katkısı o kadar yüksektir; bu değişkenler ne kadar küçükse o kadar azdır. Sözgelimi tarımın milli gelirin sadece % 10’unu oluşturduğu bir ileri sanayi ülkesinde ürün katkısı düşer. Bu da tarımın “ önemsizleşmesinin “ beklenir sonucudur.
b) - Piyasa Katkısı:
Tarımın gelişmeye piyasa katkısı toplam tarımsal gayrı safi üründen pazarlanan orana; tarımın satın aldığı girdilerin gayri safi ürüne oranına ve ( tarımsal ürünler başlıca ihraç mallarıysa) döviz getirisi içinde bunların payına dayanır.
Tarımda kişi başına gelir veri iken, tarımın diğer üretim kesimlerinden satın alabileceği ara girdiler, üretim araçlarının tarımsal ürün içindeki payı ve /veya nihai tüketici olarak üreticilerin satın alacağı tüketim mallarının payı, pazarlanan oranıyla ilişkili olabilir. Pazarlanan oran ne kadar yüksekse bu tür harcamalar da o kadar yüksek olabilir; pazarlama hizmetleri , tarıma dayalı sanayiler o ölçüde gelişebilir. Bu aynı zamanda ekonomide işbölümü ve uzmanlaşmanın gelişmesi, iç pazarın büyümesi ve kişi başına milli gelirin artması anlamına gelir.
Gelişmenin başlangıcında tarımın en önemli piyasa katkısı dış ticaret ve döviz getirisi yoluyla yaptığı katkıdır. Yatırım malları sanayini kuramayan ülke bunları ithal etmek zorundadır. Teknik düzeyi çok düşük olduğundan, üretim tekniğindeki değişme de, ithal edilen sermaye malına bağlıdır. Bunu sağlamak tarımsal ürün veya diğer hammadde ihracına bağlı olduğundan, tarımın katkısı yatırımların dış finansmanını sağlamakta, gelişme için gerekli ithalatı olanaklı hale getirmektedir. (Kazgan 1993:241)
c)- Üretim Faktörleri Katkısı:
Tarım sektörünün iktisadi gelişmeye bir önemli katkısı da diğer sektörlere üretim faktörü sağlamasıdır.
Gelişmekte olan ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu tarım kesiminde olmakla birlikte, ekonomik gelişmeye paralel olarak tarımdaki fazla nüfus oransal olarak azalmaktadır. Bunun nedeni sanayi sektörünün işgücü talebidir. Ancak tarım kesiminden nüfus kayması düzenli olmamaktadır. Öncelikle tarım kesimindeki nüfus artış hızı, diğer kesimler emek talebinden çok daha fazla olduğundan, tarım kesiminde işgücü fazlası oluşmaktadır. Dolayısıyla bu durum gelir dağılımının bozulması, gizli işsizlik, satın alma gücünün azalması gibi sosyal sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Tarım sektörünün diğer sektörlere aktardığı ikinci faktör sermaye olabilir. Genel olarak hızlı nüfus artışı nedeniyle tarım kesiminin gelir düzeyi düşük olmakla birlikte, özellikle ekonomik gelişmenin ilk dönemlerinde ihracat olanaklarının geliştirilmesi sonucunda, tarım kesimindeki ürün fazlası elde eden büyük toprak sahipleri gelirlerini artıracaklardır. Ayrıca düşük vergilendirmenin de etkisiyle oluşacak olan sermaye birikimi, daha karlı ve verimli olan sanayi sektörüne aktarılır.
Kaynak aktarımının bir diğer mekanizmasını da iç ticaret hadleri oluşturur. İç ticaret hadlerinin tarım kesimi aleyhine çevrilmesi kaynak aktarımına yol açar. Özellikle yeni kurulan sanayilerin gelişmesi sonucu tarım sektörüne göre daha cazip yatırım olanakları oluşturması, bu kesime sermaye aktarımını artıracaktır.
B. Tarım Ürünlerinde Fiyat Oluşumu:
Tarımsal ürün arzının önemli bir özelliği, ürünün fiyatının, ürün elde edildikten sonra oluşmasıdır. Dolayısıyla bu durumda o yıl oluşan fiyatla, ortalama maliyet ilişkisi kopar.
Piyasa döneminde ürün arzının fiyatlara etkisi, ürün elde edildikten sonra ve ürünün ekilmesiyle hasadı arasındaki dönemde olmak üzere farklı özellikler gösterir. Birinci halde üreticinin alternatifleri olmadığı ve alternatifleri olduğu iki ayrı durum söz konusudur.
Hububat, pamuk, tütün, fındık gibi ürünler yıllık ve bekletilebilir (veya stok edilebilir) nitelikte iken, taze meyve ve sebze, süt gibi ürünler çabuk bozulur, bekletilemez, stok edilemez bir nitelik taşırlar. Tarım ürünleri fiyatları bu noktada diğer mal ve hizmet fiyatlarından farklılık gösterir. Hasattan sonra, o yılın fiyatı, varolan ürün miktarı ve talep (ya da talep tahmini) tarafından belirlenir.
Ürün ne kadar çabuk bozuluyorsa, üreticinin değerlendirme seçenekleri ne kadar az ise, arz eğrisinin dik bir doğru olma ihtimali o kadar fazladır; talep eğrisi, fiyatı oluşturmakta o kadar etkili olur. Eğer üreticinin alternatifleri varsa, bu üreticinin “satmaya razı olma fiyatı “ fiyatın düşeceği alt sınırı çizer; fiyat bunun altına düşerse, ürünün piyasaya tümünü veya bir kısmını arz etmekten vazgeçer. Fiyatın alt sınırını ise, aracının türev talebi ( nihai talep ) çizer. ( Kazgan 1993:171 )
Tarım ürünlerinin üretiminin uzun bir dönem gerektirmesi nedeniyle, arzı piyasada talebe göre oluşacak bir fiyat karşısında yıl içinde artırmak olanaksızdır. Böyle bir fiyat üreticilerin gelecek yıl üretimlerini mutlaka etkileyecektir. Yüksek bir fiyatın çekiciliği karşısında üreticiler daha bol üretimde bulunabilirler. Bol üretim nedeniyle piyasaya sürülen ürün artacak, buna karşılık talep esnekliği sınırlı olan tarımsal ürün fiyatlarında büyük bir düşme görülecektir. Bu olguyu 1938 yılında Mordecai Ezekiel, “Cobweb Teoremi“ adı altında ortaya koyarak çok önemli bir katkı sağlamıştır. (Cobweb İngilizcede örümcek ağı anlamına gelir.)
Buna göre arz ve talebin zaman içinde birbirine uyması ancak bir gecikmeyle gerçekleşebilir. Herhangi bir dönemde talep edilen miktar o dönemin fiyatının bir fonksiyonu ise de, arz edilen miktar o dönemin değil, ancak ondan bir önceki dönemin bir fonksiyonu olabilir. Çünkü üretim işlemi zamana bağlıdır. (Divitçioğlu 1982:153)
Şekil 1
Konuyu şekille şöyle açıklayabiliriz: Birinci dönemde üretim Q1 ve fiyat P1’dir. Bu yüksek fiyat ikinci dönemde Q2 gibi yüksek bir üretime yol açmakta, bu durum ise fiyatın P3 düzeyine düşmesine neden olmaktadır. İkinci dönemin fiyatı P3, üçüncü dönemin üretimini belirlemektedir. Şöyle ki; üreticiler P3 gibi düşük bir fiyat karşısında üçüncü dönemin üretimini Q3’e düşürürler. Q3 üretimi ise fiyatı P2’ye yükseltir. Bir sonraki aşamada P2 fiyatı dördüncü dönemin üretimini etkiler ve üretimi yükseltir. Bir müdahale olmazsa bu değişmeler sonsuz bir şekilde sürebilir. Yukarıdaki şekilde incelenen durum Cobweb’in denge durumuna doğru sürdüğü durumdur.
Ayrıca Cobweb mekanizmasının dengeden uzaklaştığı ve aynı büyüklükte sürekli salındığı iki farklı durum daha vardır.
Şekil 2
Cobweb’in bir noktada birleşmesinin nedeni gecikmiş üretim, yani arz eğrisinin fiyat ( yani talep) eğrisinden daha dik olmasıdır. İki eğri eşit olduğunda ise Cobweb, şekil 2’de görüldüğü gibi, aynı dikdörtgenin üzerinde sürekli hareket halinde olur. Eğer fiyat (talep) eğrisi gecikmiş üretim (arz) eğrisinden daha dikse, Cobweb bir noktadan uzaklaşan bir eğilim gösterir. (Soral 1973:150)
Cobweb olgusu tarımsal ekonomide hemen hemen hiç eskimez. Üreticiler günümüzde de sık sık bu durumla yüz yüze kalırlar. Söz konusu olumsuz işleyişin önlenebilmesi, bir yanıyla, stoklama ve müdahale amacıyla, nitelikli ve geniş depolama kapasitelerine ulaşmakla; müdahale kurumları, kooperatifler, birlikler, bankalar gibi tarımsal yapıların güçlendirilmeleri ve işlevselleştirilmeleriyle olanaklıdır.
C. Tarımsal Fiyatlara Devlet Müdahalesi:
Tarım ürünlerinin fiyat dalgalanmalarından doğan sorunların çözümlenebilmesi, devletin fiyat oluşumuna müdahalesini zorunlu kılar. Devlet fiyat oluşumuna dolaysız ve dolaylı olmak üzere iki biçimde müdahale edebilir. Dolaysız müdahalenin yöntemleri fiyat sübvansiyonu ve fiyat desteği olarak belirtilebilir. Dolaylı müdahale yöntemleri ise üretimde kullanılan girdilere sübvansiyon verilmesi ve kotalama şekillerinde uygulanabilir.
C.1. Fiyatlara Dolaysız Müdahale:
Fiyatlara dolaysız müdahale Fiyat Sübvansiyonu ve Fiyat Desteği olarak iki biçimde uygulanabilir.
a. Fiyat Sübvansiyonu:
Fiyat sübvansiyonu, işletmelerin ürettikleri mal veya hizmeti daha ucuza, hiç değilse fiyatları yükseltmeden tüketicilere sağlamak amacıyla verilen sübvansiyon olarak tanımlanabilir. (Tevfik Pekin’den aktaran Bulmuş 1978:53) Ancak bu tanım, tüketicilerin ve üreticilerin birlikte korunması ve ayrıca tarımsal fiyatlarda istikrarın sağlanması olgularını kapsamamaktadır. Sübvansiyon ilgili kesime yeni üreticilerin gelmesine yol açar. Uygulamadan üreticilerin elde edeceği toplam kazanç, kesime yeni gelen üreticilerin üretici rantı olan alan kadardır.
Sübvansiyon uygulaması üretimin piyasa fiyatını düşüreceğinden, tüketicilerin kazancı olacaktır. Ayrıca toplumsal açıdan bir refah kaybı vardır. Çünkü üreticilerin ve tüketicilerin sübvansiyon uygulamasından elde ettikleri toplam kazanç, devletin toplam sübvansiyon giderlerinin altında kalır. (Bulmuş 1978:55) Fiyat sübvansiyonu tarım kesimi gelirlerinin kısa dönemde artmasını sağlarken, sorunun uzun dönemli çözümüne katkı yapamadığı gibi, sorunları ağırlaştırıcı etkileri de olabilir. Şöyle ki, sübvansiyonun nedeni belirli bir dönemde fazla arz nedeniyle ürün fiyatının aşırı düşmesi olduğundan, üretici gelirlerini artırmak için arzı kısmak gerekir. Oysa sübvansiyon arzın kısılması değil, özendirilmesi sonucunu doğurur. Gelirlerin düzeyinin korunması sübvansiyon uygulamasını sürekli hale getirir. Bu durum da refah kaybının sürekli olması anlamına gelir. “Yeni tarım tekniklerinin kullanılması verimliliği artıracağından birim başına azalan maliyetlerle birlikte arz eğrisi de sağa kayacaktır. Bu olgu sübvansiyon uygulanması halinde, ağır finansman yükü getirecektir. Çünkü uygulamanın devlete olan maliyeti, üretimdeki artışla doğru orantılı olarak artacaktır “. (Bulmuş 1978:56)
b. Fiyat Desteği:
Bu yöntemde devlet belirli bir ürün için, ürünün piyasa fiyat düzeyinin üstünde bir fiyat belirler ve belirlediği fiyattan kendisine getirilen ürünü satın alır.
Şekil 3
Şekil 3‘e göre, devlet arz ve talebin oluşturduğu piyasa fiyatı Po ‘dan yüksek P1 gibi bir fiyat belirler ve Do talep eğrisinin belirlediği, piyasa fiyatından tüketicilerce satın alınacak ürün miktarıyla, bu fiyattan üreticilerin arz miktarı arasındaki fark olan piyasada satılamayacak arz fazlasını satın alır. Bu tür fazlaların devletçe satın alınması işi yükleme, boşaltma, depolama, muhafaza (çürümeyi önleme) v.b. gibi masraflı ve pahalı işlemleri gerektirir.
Fiyat desteği konusunda asıl önemli sorun, devletin satın aldığı ürün fazlasını kullanma biçimi noktasında ortaya çıkmaktadır. Tarımsal üretimin doğal koşullara büyük oranda bağlı bulunduğu ülkelerde devletçe satın alınan ürün fazlası piyasayı düzenlemek amacıyla, bol ürün yıllarında aldığı ürünü kıt ürün yıllarında piyasaya sunmak yöntemiyle kullanabilir. İç piyasada sağlanacak fiyat istikrarı üretici gelirlerinin üretim miktarına koşut olarak artması ya da azalması sonucunu doğurur. Fiyat istikrarının olmaması durumunda ise üretici gelirleri üretim miktarıyla ters orantılı olarak oluşur. Diğer anlatımla üretici gelirleri üretim arttığında azalacak, üretim azaldığında artacaktır. Bu durumda “fiyat istikrarı” amacıyla “üretici gelirlerinin istikrarı” amacı çatışmaktadır. Öncelik verilecek amaç farklı koşullarda belirlenebilecektir.
Fiyat istikrarının gelir istikrarı hedefinden daha önemli sayılmasını gerektiren ürünler olabilir. Bu ürünler geniş bir tüketici kitlesiyle ilgili ya da diğer ekonomik sektörlere girdi niteliği taşıyan ürünlerdir. Bu tür bir etki yaratmayan, yaklaşık tümünün talebe yöneldiği ürünlerde gelir istikrarı hedefi fiyat istikrarı hedefine oranla daha fazla önemsenebilecektir. Ancak her iki hedefi dengeli biçimde birlikte gerçekleştirmeye yönelmek de mümkündür. Devlet, fiyatları üretimdeki değişme oranında ama ters yönde değiştirebilmeyi başarabilirse, gelirler istikrarlı olabilir. Fiyatlar dalgalanacak olsa da bu kontrollü bir dalgalanma olacaktır.
Devletin müdahalesi sonucunda, ürünü düşük fiyattan satın alıp, yüksek bir fiyattan satacak olması nedeniyle kar elde etmesi de olanaklı olabilir. Bu politikanın net kar sağlayıp sağlamaması, devletin ürününün stoklanması için yapacağı giderlere bağlıdır. (Bulmuş 1978:61)
Fiyat desteği uygulaması, rekabet ortamına oranla üretici gelirlerini artırması dolayısıyla milli geliri yükseltir. Bu yükseliş desteklenen ürünün talebini de artırır. Bu nedenle talep eğrisi tümüyle sağa kayar, bu demektir ki yeni (yüksek) talep koşulları oluşur. Fiyat desteğinin ürünün talebi üzerindeki etkisinin büyüklüğü, ürün talebinin gelire olan esnekliğine bağlıdır. Diğer deyişle, gelirdeki bir birim artışın talepte ne kadar artış yaratacağına bağlıdır. Bu esneklik ise tarımsal ürünler için çok zayıftır. (Bireyler gelirleri arttı diye daha fazla, gelirleri düştü diye -belli düzeyden sonra- daha az yemezler.) Dolayısıyla fiyat desteği uygulaması ekonomideki depresyonist eğilimlere karşı olumlu etki sağlasa da, arzın esnek olmadığı bir ekonomide enflasyonist bir etkiye de yol açabilir. Ürün arzının esnek olduğu bir yapıda fiyat desteği uygulaması devletin elinde büyük miktarda ürün stoklarının oluşmasına yol açabilir. Biriken bu stokların ne amaçla ve nasıl kullanılacağı da önemli bir sorundur.
Buna göre, devlet elinde bulunan stokların tümünü veya bir kısmını, piyasada fiyat ve gelir istikrarının bozulmaması için imha edebilir. Bu uygulama net toplumsal refah kaybını ifade eder. Devlet ikinci olarak elindeki stokları çeşitli adlar altında yardımlar yaparak eritebilir. Bu yardımlar yoksullara, hastanelere, diğer ülkelere karşılıksız olarak vermek biçiminde olabilir. Üçüncü uygulama ise fazla ürünün, dünya fiyatlarının altında bir fiyatla da olsa, ihraç edilmesidir.
Öte yandan fiyat desteği uygulaması genellikle uzun dönemde büyük çiftçiye yarar sağlar. Küçük aile işletmelerinin aleyhine sonuçlar doğurur. Fiyat desteğinden küçük aile işletmeleri ancak kısa dönemde yarar sağlayabilir. Bununla birlikte uzun dönemde küçük işletmelerin yaşamalarına olanak vererek kaynakların optimum kullanımını engeller. Ayrıca küçük işletmelerin yaşamasına olanak sağlanması köyden kente göçü de yavaşlatan, sağlıksız kentleşmeyi önleyen bir unsurdur. Fiyat desteği uygulamasıyla büyük işletmeler piyasada oluşabilecek fiyat ile destek fiyatı arasındaki farkın toplam üretimle çarpımı kadar bir tutar sübvansiyon elde etmiş olurlar. Oysa küçük işletmelerin üretim kapasiteleri de düşük olacağından sağlayacakları sübvansiyon tutarı önemsiz düzeyde olacaktır. Cüce aile işletmelerine sağlanacak hibe, yardım ve yan gelirlerin tutarı bu işletmelerin ürettikleri miktarın büyüklüğüyle değil, ailenin büyüklüğüyle ilişkilendirilmelidir.
c. Fiyat Sübvansiyonu ile Fiyat Desteği Uygulamalarının Karşılaştırılması
Bu iki yöntemin doğurduğu farklı sonuçları devlet, tüketiciler ve toplumsal refah yönlerinden incelemek gerekir. Öncelikle üreticilerin elde ettikleri gelir tutarı yönünden her iki yöntem arasında fark yoktur. Ancak bu gelirin sağlanmasında devletin ve tüketicilerin payları bakımından farklar vardır. Bu ayrımları şöyle gösterebiliriz:
Fiyat sübvansiyonu
Fiyat desteği
Talep fiyattaki değişimlere duyarsızsa ?
Talep fiyattaki değişimlere duyarsızsa ?
Üretici gelirlerinin kaynağı olarak devletin payı tüketicilere oranla yüksektir.
Üretici gelirlerinin kaynağı olarak devletin payı tüketicilere oranla düşüktür..
Üretici gelirlerinin büyük bölümü vergilerle karşılanır.
Talep fiyattaki değişimlere duyarlıysa ?
Talep fiyattaki değişimlere duyarlıysa ?
Üretici gelirlerinin kaynağı olarak devletin payı tüketicilere oranla düşüktür.
Üretici gelirlerinin kaynağı olarak devletin payı tüketicilere oranla yüksektir.
“Ürünün talebinin fiyata olan esnekliği birden küçükse, (yani talep fiyattaki değişimlerden fazla etkilenmiyorsa G.G.) üretici gelirlerinin kaynağı olma bakımından devletin payı, tüketicilere oranla, sübvansiyon uygulamasında fiyat desteği uygulamasına göre daha fazladır. Ürünün talebinin fiyata olan esnekliği birden büyük ise (talep fiyat değişimlerine duyarlıysa G.G.) üretici gelirlerinin kaynağı olma bakımından devletin payı tüketicilere oranla, fiyat desteği uygulamasında, fiyat sübvansiyonu uygulamasına göre daha fazladır “ (Bulmuş 1978:64).
Tüketiciler ve devletçe katlanılan yükün toplamı aynı kalmakla birlikte, bu yükün tüketiciler ve devlet arasında farklı dağılması vergi mükellefleri bakımından önemlidir. Talep esnekliği birden küçük bir tarımsal ürüne devlet müdahalesinin söz konusu olması halinde; uygulanan müdahale yöntemi fiyat sübvansiyonu ise, bu durum üretici gelirlerinin büyük bölümünün vergi gelirleriyle karşılandığı anlamına gelir. Buna göre finansman yükü yüksek gelir diliminde bulunanlar tarafından üstlenilmektedir.
Öte yandan konuya toplumsal refah yönünden bakıldığında da farklı sonuçlar gözlenmektedir. Fiyat sübvansiyonu uygulamasında tüketiciler fiyat desteği uygulamasına oranla daha fazla miktarda ürünü düşük fiyattan satın alarak önemli ölçüde rant sağlarken, aynı zamanda fiyat desteği yönteminin uygulanması halinde imha, düşük fiyatla ihraç ya da tali alanlarda kullanmak gibi yollarla elden çıkarılacak ürün tüketicilerce değerlendirilmiş, böylece de toplumsal refah artmış olur. Ancak tüketicilerin bir tarımsal üründen fazla tüketmeleri diğer tarımsal ürünlerin tüketimini, dolayısıyla bu ürünlerin üretici gelirlerini azaltabilir. Ayrıca fiyat sübvansiyonu fiyat desteğine göre serbest piyasa düzenini daha az bozar.
Bir diğer önemli özellik de sübvansiyona ilişkin destekleme düzeyinin nasıl belirleneceğidir. Gelişmekte olan ekonomilerde tarımsal üretimin doğa koşullarına bağımlılığının yüksek ve ürün talebinin esnek olmayışı nedeniyle, böyle bir ürüne devletin fiyat sübvansiyonu yöntemiyle müdahalesi halinde, ürünün piyasa değeri ne kadar büyükse, sübvansiyon toplamı da o ölçüde yüksek olacaktır. Bu nedenle “sübvansiyona ilişkin destekleme seviyesi, üretimin geçmiş yıllar ortalamasını tüketime sevk edecek düzeyin daha üstünde tespit edilmemelidir “. (Bulmuş 1978:66) Aksi durumda sübvansiyon ödeme toplamı ürünün toplam piyasa değerinden fazla olacaktır.
Bir başka konu da, sübvansiyon destekleme düzeyinin üretim miktarı değişmeleriyle ters yönde ve orantılı olarak belirlenmesidir. Bu durum hem üretici gelirlerini istikrarlı kılacak, hem de bol ürün dönemlerinde devletin sübvansiyon yükünü azaltacaktır.
Fiyat sübvansiyonu üretimin tümünün tüketime gitmesini sağlayarak devleti fiyat desteğinde katlanılacak satın alma ve stoklama giderlerinden kurtarır. Tüketicilerin ürünleri ucuza tüketmelerine imkân verir. Bu ürünlerin ihraç edilebilmesi için gereken özendirici unsurlara olan ihtiyacı azaltır veya ortadan kaldırır. Dolayısıyla fiyat desteği uygulamasına göre çok daha ekonomiktir. Ancak fiyat sübvansiyonu yöntemi sorunlara geçici çözümler getirir. Kalıcı iyileşmeler sağlamaktan uzaktır.
C.2. Fiyatlara Dolaylı Müdahale:
Fiyatlara dolaylı müdahale, üretim girdilerine sübvansiyon verilerek ve kotalama yapılarak iki şekilde uygulanabilir.
a. Üretim Girdilerine Sübvansiyon Verilmesi
Devlet üretim faktörleri ve girdilerin çiftçilere olan maliyetini düşürmek amacıyla, üretim faktörleri ve girdilere sübvansiyon verebilir. Bu sübvansiyonlardan daha fazla yararlananlar büyük ölçekli tarım işletmeleridir. Çünkü küçük aile işletmelerinin üretim kapasitelerinin küçüklüğü, bu işletmelerin sübvansiyonlardan elde edebileceği yararları da sınırlar. Hatta söz konusu aile işletmelerinin geleneksel yöntemlerle tarım yapmaları sonucunda, sübvansiyona konu tohumluk, gübre, tarım ilacı, kredi, tarım araçları ve makineleri gibi girdileri kullanma düzeylerinin düşük olması da sübvansiyondan yararlanmalarını engelleyen bir unsurdur.
Tarımsal ürünün tümüne yakın bir bölümünü piyasa için üreten ekonomilerde fiyat sübvansiyonu ve desteği yöntemleri etkin olabilir. Ancak bu koşulun zayıf olduğu ürün veya ekonomilerde sübvansiyon verilmesi fiyat desteğine göre küçük üreticinin daha fazla yararınadır.
b. Kotalama
Devletin tarımsal fiyatlara müdahale yöntemlerinden biri olarak kotalama devletin diğer müdahale uygulamalarından doğan finansman yükünü sınırlandırmak amacıyla geliştirilmiş bir yöntemdir. Fiyat sübvansiyonu ve fiyat desteği yöntemleri üretimi özendirmekte, artan üretim devletin finansman yükünü de artırmaktadır. Dolayısıyla kotalama ile ürün fiyatının düşmesini önlemek için üretilen miktarı sınırlamak gereksiniminden doğmuştur. Tarım ürünlerinin arz ve talebi temel alınarak yapılan analize göre, üretimin azaltılması üretilen ürünün piyasa fiyatını yükseltecektir. Tarım ürünlerinin talep esnekliği düşük olduğundan üretimin kısılması üreticilerin toplam gelirini yükseltecektir. Bu durum aynı zamanda üretim giderlerini de azaltacaktır. Ancak bu uygulamadan tüketiciler olumsuz yönde etkileneceklerdir.
Başlıca kotalama yöntemleri alan ve miktar kotalamasıdır.
b.1. Alan Kotalaması
Alan kotalaması global ve kişisel nitelikte uygulanabilir. Global olan ürüne ayrılacak toplam alanın, kişisel olan ise işletmelerin ayıracakları alanın sınırlandırılması biçimleriyle ilgilidir. Elde edilecek yarar bakımından kişisel kotalama global kotalamadan daha etkindir. Türkiye tarımında tütün ve çay global kotalamaya, haşhaş ise kişisel kotalamaya örnek verilebilir. Kişisel alan kotalamasında üreticiler işledikleri toplam arazinin belli bir yüzdesini söz konusu ürünün ekimine ayırabilir.
Üreticiler uzun dönemde tasarruf edici, verimliliği artırıcı önlemleri almaları nedeniyle arz eğrisi tekrar sağa kayabileceğinden alan kotalaması her zaman istenen sonucu vermeyebilir. Ayrıca bu yöntemde önemli bir kısım arazi işlenmeyeceğinden toplumsal refah kaybı oluşur. Buna karşın ekim alanını sınırlamakla ürün kalitesinin artırılması ve birim başına verimi artırıcı olumlu etkilere de yol açabilir.
b.2. Miktar Kotalaması
Tarımsal üretim faktörleri ve girdi arzının esnek olduğu ekonomilerde alan kotalaması üretimi azaltmaya yetmemektedir. Bu nedenle devlet arzı sınırlandırmak için miktar kotalamasına gider. Miktar kotalamasında kültür arazisinin bir kısmı boş kalmak yerine, başka tarımsal ürünlerin üretimi için kullanılabilir. Ancak bu yöntem bazı sakıncaları da getirebilir: İlki miktar kotası uygulanan ürünün üretiminden çekilen üretim faktörlerinin diğer ürünlerin üretimine kaydırılması nedeniyle, bu ürünlerin üretiminde istenmeyen artışların oluşabilmesidir. Bunu önlemenin yolu belli başlı ürünlerin tümünü kota kapsamı içine almaktır. Bu durumda üreticiler dikkatlerini maliyetlere yönelterek, verimliliğin ve etkinliğin artırılması yoluna gideceklerdir. Ayrıca doğa şartlarındaki olumlu değişmeler üretim miktarında, kota sınırlarının üzerinde artışa neden olabilir. Miktar kotalamasının başarısı sürekli bir denetime bağlıdır.
Miktar kotaları fiyat desteği ile birlikte de uygulanabilir. Bu durumda kotayı aşan üretim için daha düşük bir fiyat uygulanır. Bu sistemle çok geniş bir üretim kapasitesine destek uygulanmasının da önüne geçilmiş olur.
Sonuç
Dünyada ve Türkiye’de 1980’lerle başlayıp 1990’lı yıllarda etkisini artıran paracı (monetarist) politikaların başlıca söylemlerinden biri bütçe açıklarının enflasyonun önemli nedenlerinden olduğu ve kamu harcama kalemlerinden tarımsal harcamaların, desteklerin kaldırılması yönündeki yaklaşımdı. Bu anlayış ise kamusal girişim, mülkiyet ve eylemlerin verimsiz, özel girişim, mülkiyet ve eylemlerin ise verimli olduğu argümanına dayanmaktaydı.
Söz konusu yaklaşım, yukarda belirtilen, ekonominin amacının bir bütün olarak insanlığın refahını ve mutluluğunu sağlamak olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir. Bu nedenle de mikroekonomik firma verimliliğinin göstergesi olan kâr maksimizasyonunu tek ölçüt olarak almakta ve girişimleri buna göre değerlendirmektedir. Oysa gene ekonomi bilimi kamu girişimlerinin ve kararlarının her zaman söz konusu ölçütle değerlendirilemeyeceğini, toplumsal anlamda maliyet-fayda analizinin ölçüt alınabileceğini söylemektedir. Tarım sektörünün iklime ve diğer değişkenlere bağlı istikrarsızlık yaratıcı doğası, bu alana serbest piyasa koşullarına bırakmak yerine, doğru ve anlamlı müdahaleler yapılmasını gerekli kılmaktadır. Ekonomi biliminin de bize gösterdiği gerçek budur. Gelişmiş ekonomilerin bile tarımsal desteklerden vazgeçemeyişlerinin altında bu olgu yatmaktadır.
Bu gerçek ışığında bakıldığında tarımsal harcamalar ulusal gelire katkı sağlayan, ekonomiye canlılık ve devinim kazandıran, diğer sektörlere hammadde ve kaynak aktaran, gelişmiş/gelişmekte olan hiçbir ekonominin kayıtsız kalamayacağı yaşamsal gereksinimleri karşılayan, çarpık kentleşmeyi, iç göçleri ve yarattığı yoksulluğu, toplumsal güvenlik sorunlarını önleyen, ulusun üretim yeteneğini koruyan, kültürel gelişimini sürdüren vazgeçilmez nitelikteki harcamalardır. Dolayısıyla tarım ekonomisi uzun vadeli ve derinlikli bir bakışla analiz edilmelidir.
Kaynaklar
Bulmuş, İsmail. 1978 “Tarımsal Fiyat Oluşumuna Devlet Müdahalesi”, AİTİA Yay.
Divitçioğlu, Sencer. 1982 “Mikroiktisat”, Ar Yay.
Kazgan, Gülten. 1993 “Tarım ve Gelişme”, Filiz Kit.
Soral, Erdoğan. 1973 “Tarım Ürünlerinde Fiyat Teşekkülü ve Devlet Müdahalesi”, EİTİA Derg., 50.Yıl Özel Sayısı, s.146-176
Tuna, Yusuf. 1993 “Tarımda Verimlilik Artışının Ekonomik Sonuçları: Türkiye İle İlgili Bir Değerlendirme”, MPM Yay., No: 487