Cuma, Eylül 18, 2015

Anadili, Türkçe, Aydınlar...



Anadili, Türkçe, Aydınlar…


Günay Güner


            Dilin ilk bakışta basit gibi görünen ama özde karmaşık olan yapısı birçok tartışmanın, ayrı yaklaşımın kaynağını oluşturmaktadır. Yönlendirme amaçlı, günümüzde “toplum mühendisliği” denilen planlı, “projeli” çabalar bir yana bırakılırsa, dil alanına yönelik anlayışlarda iyi niyetli yanlışlardan da söz etmek olanaklıdır.
            Dilbilim diye bir dalın varlığı düşünüldüğünde, nesnelliğin önemi kolayca anlaşılır. Bilimsellik, nesnellik demek olduğuna göre dile ilişkin düşünceler nesnel gerçeklik odağında belirlenmelidir. Dil için bu gerçeklik yazınsal yapıtlardır, kaynaklardır, sözlüklerdir. İnsanlık ekinindeki gelişmeleri, yenilikleri dilin karşılama gücüdür.
            Türkçeye anılan bağlamda bakıldığında, Türkçenin ne değin güçlü bir dil olduğu görülür. Azgelişmiş ülke aydının aşağılık duygusu azalmak bir yana artarak sürüyor, düşüncesine de yansıyor. Bunun açık göstergelerinden biri kimi aydınların hâlâ uygulayımbilimsel (teknolojik) gelişmişlikle ekinsel gelişmişliği karıştırıyor olmalarıdır. Öyle olsaydı uygulayımbilim alanında ilerlemiş ülkelerin en incelikli, duyarlı, giderek sanatsal yetkinliği en üst düzeyde ülkeler olmaları gerekirdi. Oysa böyle bir koşutluk ilişkisi yoktur. Eğitim, sağlık, bayındırlık, gönenç düzeyinin üstün olması, dil, sanat, ekin üstünlüğü anlamına gelmez. (Kuşkusuz, sözkonusu ülkelerin geri olduğu anlamına da gelmez.) Her ekin kendi içinde yeterlidir. Gereksinimleri karşılar durumdadır. Üretim ilişkilerinin yapısı, özgürlüğü, eşitliği engelleyip engellemediği ise ayrı boyutta bir sorundur.
            İyi niyetli yanlışlar ortaya çıkarken yoğun tutarsızlık barındırır. Örneğin Türkçeyle ilgili şu savların bir arada olması olanaksızdır:
            “Benim Turan dili 18 bin yıl önce bayağı ilerdeydi iddiam asılsız değil. Bugünkü Türkçe ise gelişmemiş bir dildir çünkü Türkçe konuşan insanlar Osmanlı döneminde aşağılandılar, onlara pis cahil anlamına ”reaya” denildi. Yani, bugün Batının yaptığının aynini Osmanlı, Türkçe konuşan insanlarına yaptı; onları hor gördü, aşağıladı. Osmanlı kendisi de gelişemediğinden hep Arapça, Farsça dan alıntı yapmak zorunda kaldı. Bugünkü Türkçenin hali ise yürekler acısı. Bak, cuma var, cuma-ertesi var dilimizde. (Salı ertesi nedense yok). Haftanın günlerini isimlendirirken başka isim bile bulamamışız. Farsçadan Cihar şembih,(dördüncü gün), Penç-şembih (beşinci gün) ü almışız çarşamba, perşembe olmuş. v.s.”
            Hemen ilk bakışta söylemeli: Turan dilini 18 bin yıl önceye götürürken, ilerde olduğunu, Osmanlının Türkçeyi ve Türkü aşağıladığını; ”bugünkü  Türkçenin ise gelişmemiş bir dil” olduğunu savlarken, ”bayağı ilerde” olduğu söylenen Altay dilinden nasıl bu değin geri gidilebileceğinin, giderek de 624 yıl bu durumda kalan Türkçenin nasıl olup da günümüzde her alanda türetmeye, karşılık oluşturmaya, yapıtlar yaratmaya geniş olanak sağlayan bir dil olduğunun açıklanması gerekir. Bu bir zorunluluktur.
            Yapısı, birikimi, iç düzeni, ekini güçlü olmayan hiçbir dil 624 yıl azilmesine karşın, on beş, yirmi yılda güçlü dil duruma gelemez. Türkçe günümüzde gelişmemiş olduğundan mı bilişimde, helsefede, toplumbilimde, fizikte, kimyada, geometride... hemen hiç sorun doğmadan birikim oluşturabilmektedir! Bunu görmek için Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı Geometri kitabını, Agop Dilaçar’ın, Prof. Dr. Nermi Uygur’un, Prof. Dr. Bedia Akarsu’nun, Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın, Prof. Dr. Arda Denkel’in, Dr. Yüksel Pazarkaya’nın, Beşir Göğüş’ün, Agah Sırrı Levend’in, Ömer Asım Aksoy’un, Yaşar Kemal’in, Osman Şahin’in, Adnan Binyazar’ın, Emin Özdemir’in daha birçok değerli bilim, yazın insanlarının yapıtlarını okumak yeterlidir.
            Bir dilin çağrışım varsıllığı diğer bir dilde birebir yoktur. Bu bağlamda her dil biriciktir. Korunmasında insanlık ekini için büyük yarar vardır.
            Sık yapılan bir yanlış da dilin doğasını bilmemekten ya da göz erdı etmekten kaynaklnıyor: Sözcüklerin, kavramların, göstergelerin saymaca olduğunu düşünmemek, dolayısıyla da sözcüklerin türetilmesine karşı olmak.
            Dilin saymaca özelliği Ferdinand de Seassure’un ”Genel Dilbilim Dersleri”nde geniş biçimde açıkladığı bir olgudur. Bu gerçeklik Türkçede yola yol, uçağa uçak, açıya açı, aya ay denmesi, güneşe güneş denmezi tüm ulusça benimsendiği için Türkçede yol, uçak, açı, ay, güneş, ulus, budun... sözcükleri vardır. Kısa erimde değişmezlik ve uzlaşma, benimseme ilkesidir bu. Uzun erimde ise sözcükler türetmeye, değişmeye yargılıdır. Yeter ki dilin kurallarına, yapısına uygun yöntemle yapılsın. Açıklanan bu bilimsel gerçekten hareketle şöyle bir bakışın anlamı olabilir mi:
            ”Son zamanlarda elektronik medyanın gelişmesiyle, yabancı dillerin ürettikleri kavramların isimlerinin dünyaya yayılması da hızlandı. Uluslar, üretemedikleri isim ve fiilleri sadece yakın komşularından almıyor, uzaklardan da alıntılar gelişiyor. Benim yaşadığım şu kısa yaşamda Türkiyede önce Fransızca, sonra Almanca ve son olarak ta İngilizce dilimize girdi. Bilgişlerimde istemeden bir Türkçe Windows la boğuştum. Sinir bozukluğu ötesinde hastalandım. Dünyada bulunamayacak denli pis, mantıksız, anlamsız, saçma, uyduruk, çirkin, iğrenç bir dil rezaleti gördüm. İngilizceden alınmış teknik kavramları, isimleri, cahil bir kadro ... uydurabildiğince "Türkçeleştirmiş". Sonuç bir dil cinayeti.”
            Yaklaşıma bakar mısınız: Bilişimde yeterince ilerleyemedim, öyleyse her sözcüğü İngilizce olarak kullanmalıyım! Bu eğer aşağılık duygusundan kaynaklanmıyorsa, bilgisizlik de bir yana ”şiddetli” bir kibrin; ”Ben düşünüyorsam doğrudur,” anlayışının sonucudur.
            Türkçede neredeyse batıyla eşzamanlı biçimde bilişim sözcükleri türetildi ve hızla benimsendi. Bugün Prof. Dr. Aydın Köksal’ın özenle türetip önerdiği ilk anda yaklaşık 3.000 sözcük kullanılıyor. Köksal Öğretmen iyi ki bu çalışmayı yaptı. Artık bilgisayara computer, yazıcıya printer diyen var mı?
            Kaldı ki dil ile düşünce arasında özgürlürlük bilincinin kaynağı olma yönünden güçlü ilişki vardır. Bir Kuzey Afrikalı siyah neden kendini Fransız biliyor sanıyorsunuz?
            Ha, alıntılar kimin mi, inanın bilmiyorum.
            Güvendiğim bir kişiden ”Dil konulu bir mektup” başlığıyla bana ulaştı.
            Kişisel olmadığını, bir kesimin de böyle düşündüğünü sezdiğimden eleştirmek gereksinimi duydum.
            Dayanaklı eleştirilerin, tartışmaların çoğaldığı günlere ulaşmak dileğiyle.

Not: Alıntılardaki yazım yanlışlarını alıntı olduğu için korudum.

           7 Ocak 2013













Hiç yorum yok: