Anadili, Türkçe, Aydınlar…
Günay Güner
Dilin ilk bakışta basit gibi görünen
ama özde karmaşık olan yapısı birçok tartışmanın, ayrı yaklaşımın kaynağını
oluşturmaktadır. Yönlendirme amaçlı, günümüzde “toplum mühendisliği” denilen
planlı, “projeli” çabalar bir yana bırakılırsa, dil alanına yönelik
anlayışlarda iyi niyetli yanlışlardan da söz etmek olanaklıdır.
Dilbilim diye bir dalın varlığı
düşünüldüğünde, nesnelliğin önemi kolayca anlaşılır. Bilimsellik, nesnellik
demek olduğuna göre dile ilişkin düşünceler nesnel gerçeklik odağında
belirlenmelidir. Dil için bu gerçeklik yazınsal yapıtlardır, kaynaklardır,
sözlüklerdir. İnsanlık ekinindeki gelişmeleri, yenilikleri dilin karşılama
gücüdür.
Türkçeye anılan bağlamda
bakıldığında, Türkçenin ne değin güçlü bir dil olduğu görülür. Azgelişmiş ülke
aydının aşağılık duygusu azalmak bir yana artarak sürüyor, düşüncesine de
yansıyor. Bunun açık göstergelerinden biri kimi aydınların hâlâ uygulayımbilimsel
(teknolojik) gelişmişlikle ekinsel gelişmişliği karıştırıyor olmalarıdır. Öyle
olsaydı uygulayımbilim alanında ilerlemiş ülkelerin en incelikli, duyarlı,
giderek sanatsal yetkinliği en üst düzeyde ülkeler olmaları gerekirdi. Oysa
böyle bir koşutluk ilişkisi yoktur. Eğitim, sağlık, bayındırlık, gönenç düzeyinin
üstün olması, dil, sanat, ekin üstünlüğü anlamına gelmez. (Kuşkusuz, sözkonusu
ülkelerin geri olduğu anlamına da gelmez.) Her ekin kendi içinde yeterlidir.
Gereksinimleri karşılar durumdadır. Üretim ilişkilerinin yapısı, özgürlüğü,
eşitliği engelleyip engellemediği ise ayrı boyutta bir sorundur.
İyi niyetli yanlışlar ortaya
çıkarken yoğun tutarsızlık barındırır. Örneğin Türkçeyle ilgili şu savların bir
arada olması olanaksızdır:
“Benim Turan dili 18 bin yıl önce bayağı ilerdeydi iddiam asılsız değil.
Bugünkü Türkçe ise gelişmemiş bir dildir çünkü Türkçe konuşan insanlar Osmanlı
döneminde aşağılandılar, onlara pis cahil anlamına ”reaya” denildi. Yani, bugün
Batının yaptığının aynini Osmanlı, Türkçe konuşan insanlarına yaptı; onları hor
gördü, aşağıladı. Osmanlı kendisi de gelişemediğinden hep Arapça, Farsça dan
alıntı yapmak zorunda kaldı. Bugünkü Türkçenin hali ise yürekler acısı. Bak,
cuma var, cuma-ertesi var dilimizde. (Salı ertesi nedense yok). Haftanın
günlerini isimlendirirken başka isim bile bulamamışız. Farsçadan Cihar
şembih,(dördüncü gün), Penç-şembih (beşinci gün) ü almışız çarşamba,
perşembe olmuş. v.s.”
Hemen
ilk bakışta söylemeli: Turan dilini 18 bin yıl önceye götürürken, ilerde
olduğunu, Osmanlının Türkçeyi ve Türkü aşağıladığını; ”bugünkü Türkçenin ise gelişmemiş bir dil” olduğunu
savlarken, ”bayağı ilerde” olduğu söylenen Altay dilinden nasıl bu değin geri
gidilebileceğinin, giderek de 624 yıl bu durumda kalan Türkçenin nasıl olup da günümüzde
her alanda türetmeye, karşılık oluşturmaya, yapıtlar yaratmaya geniş olanak
sağlayan bir dil olduğunun açıklanması gerekir. Bu bir zorunluluktur.
Yapısı,
birikimi, iç düzeni, ekini güçlü olmayan hiçbir dil 624 yıl azilmesine karşın,
on beş, yirmi yılda güçlü dil duruma gelemez. Türkçe günümüzde gelişmemiş
olduğundan mı bilişimde, helsefede, toplumbilimde, fizikte, kimyada,
geometride... hemen hiç sorun doğmadan birikim oluşturabilmektedir! Bunu görmek
için Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı Geometri kitabını, Agop Dilaçar’ın, Prof.
Dr. Nermi Uygur’un, Prof. Dr. Bedia Akarsu’nun, Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın, Prof.
Dr. Arda Denkel’in, Dr. Yüksel Pazarkaya’nın, Beşir Göğüş’ün, Agah Sırrı
Levend’in, Ömer Asım Aksoy’un, Yaşar Kemal’in, Osman Şahin’in, Adnan
Binyazar’ın, Emin Özdemir’in daha birçok değerli bilim, yazın insanlarının
yapıtlarını okumak yeterlidir.
Bir
dilin çağrışım varsıllığı diğer bir dilde birebir yoktur. Bu bağlamda her dil
biriciktir. Korunmasında insanlık ekini için büyük yarar vardır.
Sık
yapılan bir yanlış da dilin doğasını bilmemekten ya da göz erdı etmekten
kaynaklnıyor: Sözcüklerin, kavramların, göstergelerin saymaca olduğunu
düşünmemek, dolayısıyla da sözcüklerin türetilmesine karşı olmak.
Dilin
saymaca özelliği Ferdinand de Seassure’un ”Genel Dilbilim Dersleri”nde geniş
biçimde açıkladığı bir olgudur. Bu gerçeklik Türkçede yola yol, uçağa uçak,
açıya açı, aya ay denmesi, güneşe güneş denmezi tüm ulusça benimsendiği için
Türkçede yol, uçak, açı, ay, güneş, ulus, budun... sözcükleri vardır. Kısa
erimde değişmezlik ve uzlaşma, benimseme ilkesidir bu. Uzun erimde ise
sözcükler türetmeye, değişmeye yargılıdır. Yeter ki dilin kurallarına, yapısına
uygun yöntemle yapılsın. Açıklanan bu bilimsel gerçekten hareketle şöyle bir
bakışın anlamı olabilir mi:
”Son
zamanlarda elektronik medyanın gelişmesiyle, yabancı dillerin ürettikleri
kavramların isimlerinin dünyaya yayılması da hızlandı. Uluslar,
üretemedikleri isim ve fiilleri sadece yakın komşularından almıyor, uzaklardan
da alıntılar gelişiyor. Benim yaşadığım şu kısa yaşamda Türkiyede önce
Fransızca, sonra Almanca ve son olarak ta İngilizce dilimize girdi.
Bilgişlerimde istemeden bir Türkçe Windows la boğuştum. Sinir bozukluğu
ötesinde hastalandım. Dünyada bulunamayacak denli pis, mantıksız, anlamsız,
saçma, uyduruk, çirkin, iğrenç bir dil rezaleti gördüm. İngilizceden alınmış
teknik kavramları, isimleri, cahil bir kadro ... uydurabildiğince
"Türkçeleştirmiş". Sonuç bir dil cinayeti.”
Yaklaşıma
bakar mısınız: Bilişimde yeterince ilerleyemedim, öyleyse her sözcüğü İngilizce
olarak kullanmalıyım! Bu eğer aşağılık duygusundan kaynaklanmıyorsa,
bilgisizlik de bir yana ”şiddetli” bir kibrin; ”Ben düşünüyorsam doğrudur,”
anlayışının sonucudur.
Türkçede
neredeyse batıyla eşzamanlı biçimde bilişim sözcükleri türetildi ve hızla
benimsendi. Bugün Prof. Dr. Aydın Köksal’ın özenle türetip önerdiği ilk anda
yaklaşık 3.000 sözcük kullanılıyor. Köksal Öğretmen iyi ki bu çalışmayı yaptı. Artık
bilgisayara computer, yazıcıya printer diyen var mı?
Kaldı
ki dil ile düşünce arasında özgürlürlük bilincinin kaynağı olma yönünden güçlü
ilişki vardır. Bir Kuzey Afrikalı siyah neden kendini Fransız biliyor
sanıyorsunuz?
Ha,
alıntılar kimin mi, inanın bilmiyorum.
Güvendiğim
bir kişiden ”Dil konulu bir mektup” başlığıyla bana ulaştı.
Kişisel
olmadığını, bir kesimin de böyle düşündüğünü sezdiğimden eleştirmek gereksinimi
duydum.
Dayanaklı
eleştirilerin, tartışmaların çoğaldığı günlere ulaşmak dileğiyle.
Not: Alıntılardaki yazım yanlışlarını alıntı
olduğu için korudum.
7 Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder