Cuma, Eylül 18, 2015

Şah İsmail ile Beşar Esad



Şah İsmail ile Beşar Esad

Deniz Yılkı


            Türk dış siyasasına, iç siyasasına bakıldığında bir nen kaçınılmaz olarak usa geliyor. Bu önemli bir tarihsel olay olan, 23 Ağustos 1514 tarihinde yaşanan Çaldıran savaşıdır. Bilindiği gibi Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail karşı karşıya gelir. Savaşı Osmanlı ordusu kazanır. Ama ne kazanmak! Yavuz Selim, ordusunu savaşa götürürken yalnız Erzincan’da kırk bin Kızılbaşı öldürtür. Kılıçtan geçirtir. (Bu gerçekleri Murat Bardakçı gibi “bilgi hamalı” tarihçiler olanca hırslarıyla gözlerden kaçırmaya çalışırlar). Osmanlı başka bir güç yararına bu savaşa girişmedi. Zaten dönemin diğer güçlü devletleri gibi kendisi yayılmacı, sömürgeci, talancı güçtü. Bu noktada sorun yok. Sorun Osmanlının öz köklerine yabancılığının, deyim yerindeyse saldırısının doruğa çıktığı dönem olmasında. Ve o gün Safevi devletinin, bugün Suriye’nin benzer bir saldırı altında olmasında…
            Yavuz Selim, şimdi Erdoğan olmuş. Şah İsmail’in yerinde Beşar Esad var. Köy imamları bile gizli açık Suriye düşmanlığı, savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Gerekçeleri ne dersiniz? Suriye yönetimi Alevidir, yıkılması hayırlıdır! Beyazcam kanallarındali sözde okumuşlar belki şimdilik bu kadarını söyleyemiyorlar ama yine de söyleyebildikleri aynı kapıya çıkıyor: Beşar Esad yıkılacak, yıkılmalı! Onlar için tutarlılık gerekmediğinden, neden, sorusu ne soruluyor ne de yanıtlanıyor.
            Gericilik yaşanmadan anlaşılmıyor demek ki. Yaşandığında anlaşıldığı da kuşkulu ya, neyse… Seçim öncesi açıkhava toplantısında Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun mezhebi üzerinden Alevileri, Aleviliği binlerce kişiye yuhalatan, cemevine ucube deyip hakaret eden, 4+4+4 eğitim rezaletiyle minicik çocuklara zorunlu din dersi diye zikir yaptıran, Alevi evlerin kapılarına kimlerin işaret koyduğunu gelişen teknolojiye karşın bulamadığı gibi bu konuyu hiç ağzına bile almayan Erdoğan’ın yönetiminde bu yurdun öz yurttaşı olan Aleviler, giderek laik insanlarımız canlarını nasıl güvende duyumsayacaklar, adalete nasıl güvenecekler? Adalet deyince işte yalnızca bir örnek: Malatya’daki aileye Ramazan’da yapılanlar nasıl da çabuk unutuldu değil mi. Ya savcının savyazısına ne demeli. Meğer o Alevi aile suçluymuş! Yakılmaya karşı durmakla çevrenin huzurunu bozmuş!
            Bugün olanları gözlerken insan, 1514 yılında olanları çok daha iyi anlıyor.
            Şah İsmail’in babası "Haydar'ın ölümünü işitmiş olmak sevincimi kat kat artırdı" diyen; İran’a giden tüm Kızılbaşların öldürülmesi emrini veren II. Bayezid, öldürülmeleri yasaldır, fetvaları veren şehülislamlar, her savaşa gidişte, savaştan dönüşte öldürülen bilerce Alevi… Hem de halife ve Sünni şeriat kuyumcu terazisi, kıldan köprüler kurmuş, cehennem ateşine atılma hesabı yaparken; Alevi ise Batıni, felsefesel, insan sevgisini yücelten, biçimcilikten uzak, varlıkta birlik anlayışı benimseyip yaşarken, yaşamaya çalışırken. Sizce kime bağlılık duymaları gerekiyordu.
            Ört ki ölem, ört ki ölem…
           
 10 Ekim 2012           


Hiç yorum yok: