Günay Güner
Cumhurbaşkanlığı Seçiminin Anlamı
Yaklaşık on
beş milyon seçmenin sandığa gitmediği, yaklaşık yedi yüz bin oyun geçersiz
olduğu bir seçim sonucunda yüzde elliyi kıl payı aşan bir oranla Recep Tayyip
Erdoğan cumhurbaşkanlığı “hedefine”, zayıflayarak da olsa ulaştı.
Kimi “Pirus”
utkusu dese de inmek üzere çıkıyor dese de utku utkudur. Bu utkuda her boydan
“muhalefet”in payı var. Önce en az sorumluluğu olan muhalefetten başlayalım. Sol
siyasal örgütlerin, olasılıkları iyi çözümleyerek önceden ortaya koyabilen, bu
yöndeki yetenekleri gelişmiş yapılar oldukları varsayılır. Buna göre sözgelimi
iki ay, üç ay aralarla neredeyse birbirine zıt izlemler, yaklaşımlar
açıklamaları doğal değildir. Hele hele her seçim ya da benzer önemde olay
öncesinde “Tamam, bu kez gericiliği yıkıyoruz, iktidara geliyoruz” yolunda
“duygusal” açıklamalar yapmak bilimdışıdır, giderek güvensizlik yaratıcı bir
anlayıştır. Yetkin örgüt duygusal sözlerle değil bilimsel çalışmalarla siyasa
belirler.
Sorumluluğu
daha ağır olan muhalefet kesimine gelirsek, sorumlulukları, bugüne değin sağ
siyasetin özelliği sandığımız, sormadan, görüş almadan, seçime az kala sol
seçmence tanınmayan, tanındıkça da benimsenemeyen bir kişinin “Adayımız
kesinlikle budur, oyunuzu vereceksiniz, yoksa kaşıya çalışanlardansınız,”
dayatması yöntemiyle aday gösterilmesiyle başladı. Yetmedi, “Gideceksiniz…”
diyerek kürsülere vuruldu. Seçmen “figüran” yerine konuldu. Zaten o güne değin
parti yönetiminin laikliğe ve bölünme planlarına yönelik duyarsızlığı bir tepki
birikimi oluşturmuştu. Aday dayatması bunun üzerine tuz biber ekti.
Bu durumda
R. T. Erdoğan’ın kazanmasının sağlanacağını, sol seçmenin sandığa çekilmesinin
olanaksızlığını belirten kesim Erdoğan’a çalışmakla suçlandı. (Oysa laikliğe,
bölünme tehlikesine duyarsızlıkla Erdoğan’a çalışıldığı açık gerçekti). Bu sava
göre örneğin Sayın Emine Ülker Tarhan Erdoğan’ın kazanmasına çalışan kişilerden
oluyordu! Hiç inandırıcı mı. Ayakkabıcının kötü ürettiği ayakkabıyı giymedi
diye suçlamak hangi iyi niyetin sonucudur. Ayakkabıcının hiç mi sorumluluğu
yok. Kaldı ki hangi kesimin öngörüsünün doğru çıktığı açık. Şu da iyi
anlaşılsın ki gerçeklikle ilgisi olmasa, bir TV kanalının, bir gazetenin
yayımıyla bunca geniş bir kitle etkilenmez, bu sonuç oluşmazdı. Kimse bilimdışı
savlarla kafa karıştırmaya çalışmasın.
Bir de
dinlencede olanların suçlanması ki artık pes dedirtiyor. Bilen bilir ki bugüne
değin ama az ama çok sol adına varlık gösterilebilmişse o dinlence nedir, bilen
kesimin oyları sayesindedir. Kulluğa koşullanmış sağ seçmen, bu çarpık
anlayıştakilerin gözünde saygın, dinlence yerlerinde olan sol seçmen tu kaka! Başka
konularda mangalda kül bırakmayanlar, batılı kurumların öneminden dem vuranlar,
iş çözümlemeye, anlamaya gelince hemen saygı çizgisi dışına çıkabiliyorlar. Halkı
olarak, her yönünü yüceltmediğimiz batılı anlayışın nesnellik yönünü teslim
etmemiz gerekiyor. Batılı anlayışta başat olan çözümlemedir, bilimsel anlama
çabasıdır, soğukkanlılıktır. Bu bağlamda bir kesim seçmenin sandığa gitmemesi
de bir karşı duruş olarak anlamlandırılır ve çözümlemeye katılır.
“Bizimkilerde” öyle mi… Hakaretlerin bini bir para. Vatana ihanetle bile
suçlayabiliyorlar. (Bir de ihanetin sözlük tanımına baksalar…). Unutmadan,
görevi bırakmak da batılı bir davranış biçimidir, anımsatırız.
Cumhurbaşkanlığı seçimi bir
gerçeği daha gösterdi: Meğer sol siyasetçinin ve aydının sağ siyasetçi ve
aydından karşı görüşe öfke kusma yönünden çok da ayrılığı yokmuş! Ayrı olan
seçmenmiş.
Bir
zamanlar, CHP’nin ulusalcı siyaset izlediği için başarısız olduğunu savlayanlar
vardı. Neredeler acaba?
Şimdilik
bağlayacak olursak, Türkiye Türkiye olalı, Türk sol seçmeni, sözde kendi
siyasetçilerinden ve aydınlarından böyle zulüm görmedi!
13 Ağustos 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder