Cuma, Eylül 18, 2015

Cumhurbaşkanlığı Seçiminin Anlamı

Günay Güner
Cumhurbaşkanlığı Seçiminin Anlamı
            Yaklaşık on beş milyon seçmenin sandığa gitmediği, yaklaşık yedi yüz bin oyun geçersiz olduğu bir seçim sonucunda yüzde elliyi kıl payı aşan bir oranla Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı “hedefine”, zayıflayarak da olsa ulaştı.
            Kimi “Pirus” utkusu dese de inmek üzere çıkıyor dese de utku utkudur. Bu utkuda her boydan “muhalefet”in payı var. Önce en az sorumluluğu olan muhalefetten başlayalım. Sol siyasal örgütlerin, olasılıkları iyi çözümleyerek önceden ortaya koyabilen, bu yöndeki yetenekleri gelişmiş yapılar oldukları varsayılır. Buna göre sözgelimi iki ay, üç ay aralarla neredeyse birbirine zıt izlemler, yaklaşımlar açıklamaları doğal değildir. Hele hele her seçim ya da benzer önemde olay öncesinde “Tamam, bu kez gericiliği yıkıyoruz, iktidara geliyoruz” yolunda “duygusal” açıklamalar yapmak bilimdışıdır, giderek güvensizlik yaratıcı bir anlayıştır. Yetkin örgüt duygusal sözlerle değil bilimsel çalışmalarla siyasa belirler.
            Sorumluluğu daha ağır olan muhalefet kesimine gelirsek, sorumlulukları, bugüne değin sağ siyasetin özelliği sandığımız, sormadan, görüş almadan, seçime az kala sol seçmence tanınmayan, tanındıkça da benimsenemeyen bir kişinin “Adayımız kesinlikle budur, oyunuzu vereceksiniz, yoksa kaşıya çalışanlardansınız,” dayatması yöntemiyle aday gösterilmesiyle başladı. Yetmedi, “Gideceksiniz…” diyerek kürsülere vuruldu. Seçmen “figüran” yerine konuldu. Zaten o güne değin parti yönetiminin laikliğe ve bölünme planlarına yönelik duyarsızlığı bir tepki birikimi oluşturmuştu. Aday dayatması bunun üzerine tuz biber ekti.
            Bu durumda R. T. Erdoğan’ın kazanmasının sağlanacağını, sol seçmenin sandığa çekilmesinin olanaksızlığını belirten kesim Erdoğan’a çalışmakla suçlandı. (Oysa laikliğe, bölünme tehlikesine duyarsızlıkla Erdoğan’a çalışıldığı açık gerçekti). Bu sava göre örneğin Sayın Emine Ülker Tarhan Erdoğan’ın kazanmasına çalışan kişilerden oluyordu! Hiç inandırıcı mı. Ayakkabıcının kötü ürettiği ayakkabıyı giymedi diye suçlamak hangi iyi niyetin sonucudur. Ayakkabıcının hiç mi sorumluluğu yok. Kaldı ki hangi kesimin öngörüsünün doğru çıktığı açık. Şu da iyi anlaşılsın ki gerçeklikle ilgisi olmasa, bir TV kanalının, bir gazetenin yayımıyla bunca geniş bir kitle etkilenmez, bu sonuç oluşmazdı. Kimse bilimdışı savlarla kafa karıştırmaya çalışmasın. 
            Bir de dinlencede olanların suçlanması ki artık pes dedirtiyor. Bilen bilir ki bugüne değin ama az ama çok sol adına varlık gösterilebilmişse o dinlence nedir, bilen kesimin oyları sayesindedir. Kulluğa koşullanmış sağ seçmen, bu çarpık anlayıştakilerin gözünde saygın, dinlence yerlerinde olan sol seçmen tu kaka! Başka konularda mangalda kül bırakmayanlar, batılı kurumların öneminden dem vuranlar, iş çözümlemeye, anlamaya gelince hemen saygı çizgisi dışına çıkabiliyorlar. Halkı olarak, her yönünü yüceltmediğimiz batılı anlayışın nesnellik yönünü teslim etmemiz gerekiyor. Batılı anlayışta başat olan çözümlemedir, bilimsel anlama çabasıdır, soğukkanlılıktır. Bu bağlamda bir kesim seçmenin sandığa gitmemesi de bir karşı duruş olarak anlamlandırılır ve çözümlemeye katılır. “Bizimkilerde” öyle mi… Hakaretlerin bini bir para. Vatana ihanetle bile suçlayabiliyorlar. (Bir de ihanetin sözlük tanımına baksalar…). Unutmadan, görevi bırakmak da batılı bir davranış biçimidir, anımsatırız.
Cumhurbaşkanlığı seçimi bir gerçeği daha gösterdi: Meğer sol siyasetçinin ve aydının sağ siyasetçi ve aydından karşı görüşe öfke kusma yönünden çok da ayrılığı yokmuş! Ayrı olan seçmenmiş.
            Bir zamanlar, CHP’nin ulusalcı siyaset izlediği için başarısız olduğunu savlayanlar vardı. Neredeler acaba?
            Şimdilik bağlayacak olursak, Türkiye Türkiye olalı, Türk sol seçmeni, sözde kendi siyasetçilerinden ve aydınlarından böyle zulüm görmedi!  
          
 13 Ağustos 2014            




Hiç yorum yok: