Cuma, Eylül 18, 2015

“İlerici” Türk Siyasasına Öneriler


Günay Güner
“İlerici” Türk Siyasasına Öneriler
Türk “ilerici” / “sol” (ki son dönemde tümüne ilerici de diyemiyoruz) siyasasının tarihi bir yanıyla da düş kırıklıkları tarihidir. Bu olgu neredeyse kural durumuna gelmiştir. Bir siyasal parti, akım, görüş beklentileri, gerçekliği karşılayan bir dönemin ardından bir de bakmışsınız tutarsızlaşmaya, siyasa manevralarına, taktik uygulamalara başvurmayı yeğlemektedir. Eleştirileri genellikle duymazdan geldiği gibi, yanıtlamak zorunluluğunda kalınırsa da siyasal güç kullanımı, geçici de olsa hedefe yönelecek birliktelikler, en azından sessizlik yöntemi duyumsatılır. Ne acı ki sözkonusu sürecin en yakıcı sonucu, siyaset başarısının başat öğesi niteliğindeki içtenliğin yitirilmesi olur.
Bir adım daha ilerletirsek, bu tür bir eğilim içindeki siyasal kurumun rakip gördüğü ve benzer uygulamalar içindeki bir diğer siyasal yapıyı, partiyi eleştiriye, her konuda en doğru karar ve anlayışların kendisinde bulunduğunu savlamaya pek hakkı kalmaz!
En baştan, kendisine sol diyen, solun getirilerinden vazgeçmeyen yayılmacı işbirlikçiliğini sakınmasız meslek edinmiş partileri dışarıda bırakıyoruz. Onları konu etmek şimdilik başka yazıların, zamanların işi olsun. Sözümüz iyileredir…
Mantık gereği şu sorunun yanıtlanması zorunludur: Siyasal amaca ulaşmak yönünde hangi yöntemi benimsiyorsunuz? Sandık mı silahlı eylem mi?
Soru kimileri için çok mu yumuşak ve basit ya da tersi?
Bu soru yaşamsal önemde ve değerdedir. Neden mi? Açıklayalım. (Kuşkusuz nesnel dayanaklarla).
Sıklıkla örnek verilen, benzer gösterilen 1919 yılının özelliğine bakalım. Mustafa Kemal Atatürk (o yıllarda Mustafa Kemal olsa da adı dönemlere ayırmak doğru değil) seçime hazırlanmıyordu; devrim yapıyordu. Koşullar oluşturulduğunda tüm halkın inancını, güvenini sağlayarak, büyük ölçüde yasal kurumları dönüştürerek, silahlı eylemle iç ve dış düşmanı tepelemek, devrim yapmak! Temel amaç budur ve tüm güç bu amaca yönlendirilmiştir. Yasal kurumları dönüştürmek dillendirilişi de önemlidir. Osmanlının yasal kurumu olan ordu dönüştürülmüştür. Çeteci durumunda kalınarak halkın özverisini katmak daha zor olabilirdi. Silahlı devrim yöntemini seçtiyseniz, başarılı olunması durumunda, harekete katılmayanlar da güce boyun eğeceklerdir. Yöntemin burada yazılığı kolaylığın tersine kalıcı acılara yol açacağı olasılığına hiç girmiyorum.
Gelelim diğer seçeneğe: Siyasal çalışmalarınızın amacı sandığa ilişkinse, sandık başarısıyla yönetime ulaşmaksa, bu durumda artık başka dayanaklara başvurmanızın anlamı olmaz. Seçim mantığına göre düşünmek zorundasınızdır.
Yanıtlanması gereken sorular ise genellikle şunlar olur: Ne yapmalıyım ki en yüksek oyu alabileyim? Bu arada halk dalkavukluğu engeline takılmamak, içtenliğimi yitirmemek için dengeyi nasıl sağlamalıyım? Hangi güçlerle, nereye değin güç birliğine girmeliyim?
Gerçekten de burada yine çok önemli ayrıntılar ülkülerden (ideal), ilkelerden kopmamak, dengeyi sağlamak, geleneğin olumlu birikimini silip süpürecek ilişkilere ve siyasal izlencelere girişmemek.
İmdi iş gelip zamanın, dönemin tinine (ruh), giderek Türkiye gibi ülkelerde yarattığı yıkıma, “toplum mühendisliği” sonuçlarına gelip dayanıyor. Kaçınılmaz olarak böyledir. Zamanın bilimsel çözümlemesi yapılmadan hiçbir siyasanın başarı şansı, olasılığı yoktur.
Türkiye gibi Üçüncü Dünya ülkelerinin ulusları (ki artık ulus tanımına söylemek bile güçleşmekte) bir kez de değil birden fazla kuşak boyu değişime uğratıldı. Türk halkının kabaca yarısı kendini uygar, çağdaş, bilimsel, ussal kimlik niteliklerine göre tanımlamıyor.
Yeni Dünya Düzeni sözcülerinin, küreselci çıkar odakları sözcülerinin ABD doları gücüyle başardıkları bu büyük aşınmayı en azından kısa erimde ortadan kaldırma olanağı bulunmuyor. Yapılacak iş kökleri, felsefeyi oluşturan temel değerlerden ödün vermeksizin halka sabırla, aşama aşama doğruları, gerçekleri anlatmaktır. Anılan iş yapılırken geçmişteki siyasal uygulamalara zamanın gerektirdiği anlayışları eklemek zorunluluğu doğar. Örneğin Kürt sorununda Sırpların konumuna, (tarihsel düşünce olarak doğrulara dayansa bile) katı bakışın acı tuzaklarına düşmemek için deyim yerindeyse “denetimli serbestlik” siyasasını uygulamak zorunda kalabilirsiniz. Köprüler tümüyle atılmadığına göre (giderek sandık bağlamında onların da geleceğini, ortak geleceğini kurmak adına) Kürtlerin aşırı beslenmiş özgüvenlerini göz önüne alan yaklaşımlar geliştirmek zorundasınız. (Kuşkusuz bambaşka, tanınmaz bir siyasal yapıya dönüşmemek üzere yapılmalıdır). Burada sözü edilen verili koşullardır. Seçimler yoluyla başarı amaçlandığı varsayımıdır.
Türkiye’de ortaçağı bile aratan kıyımları savunan, benimseyen binler, neredeyse milyonlar oluşturulmuşken, “meleklerin cinsiyetini” tartışmak, ancak yapanlara bir haz duyuracak kuramsal tartışmalara girmek anlamsız olduğu kadar, güçsüzleştiricidir. O güzel ülküyü kimden oy alarak yaratacak, gerçek kılacaksınız. Sözgelimi sosyal demokrasi tartışması böylesi bir tartışmadır. Keşke tüm aşınmışlığına karşın günümüz batı sosyal demokrasisi Türkiye’de de yaşanabilse.
Buradan hareketle hiçbir manevra adına, temel hedef olan aydınlanma karşıtı, devrim karşı güçlerle, halkın her tür değerini çalan, o küçücük beyinleriyle Türk Devrimini küçülteceğini sandıkları çokbilmiş, gülünç sözler eden, günbegün açığa çıkan gizli dinci güncelerini başaracaklarını sanan gericilerle güç birliğine girilmemelidir. Gericiliğin seçeneği gericilik olamaz. Hele de “tertip”ler uygulanmaya başlandığında, baş hedeflerden biri olarak seçildiğinde zindanlara savsözler haykırarak, mertçe meydan okuyarak girmişsen hiç yapmamalısın! Ha, yine de “taktik” diyorsan o durumda benzer işi yapan partiyi eleştiremez, kınayamazsın.
Ayrıca bu süreçte tüm gücün en verimli biçimde değerlendirilmesi gerektiğinden, meydan okuma adına açık hedef durumuna düşmemeli, daha açık deyimle başta “beyin kadro” olmak üzere her partiliyi, her aydınlanmacıyı, ilericiyi koruyan bir yöntem izlemelisin. Yüksek ses, doğrularla da beslenmişse başta çok hoş gelir ama arkası, dayanağı yoksa yarardan çok zarar verir.     
Kesin doğu yanlılığı, kesin batı karşıtlığı benimsenmesi, açıklanması çok zor bir anlayıştır. Bunu ortaya koyan birçok olayı çok sıcak biçimde yaşıyoruz. Tarihten bugüne doğunun eleştirdiği, yıktığı ve yerine yenisini kurduğu bir güçlü yapı bilmiyorum. Batı ise yayılmacı yanından kaynaklanan tüm yıkıcılığına karşın, o yanını bile eleştirecek kurumları, görece özgürlükleri yaşar kılabiliyor. Bu yetenek önemlidir. Doğu geleceğin ekonomisi, askeri gücü olacaksa bile eleştirel güçten yoksun kalacaksa bu gediği hiçbir şey dolduramaz.  
“Her olayda, konuda en doğru yargı benimdir” yaklaşımı siyasal kibir düzeyine gelirse oradan bilimsel sonuç sağlamak güçleşir; nesnelliği önler. Her zaman bir sirk aynasına bakar durumda olursunuz. Siyasal duygudaşlık, incelik, “Belki bir olasılık daha vardır” seçenek arayışı değerlidir. Tersi durumda ne mi olur? Biri de çıkar (bilerek isteyerek yapılmamış olsa da) tarihten bir dolu yanlış işi çıkarıp önünüze koyabilir. Çok ama çok doğaldır. V.I. Lenin’in dediği gibi “Yanlış, çalışılan yerde, çalışan kişilerde olur.”
Türkiye coğrafyası, (en azından 1200’lü yıllardan başlayarak) tarihte olduğu gibi gelecekte de kolay bir yaşam ülkesi olamayacağını imliyor, duyuruyor. Ülkemize olan büyük sevdamız, yaklaşık elli uygarlığın, iki yüz ekinin toprağı olması bizi her zaman savaşımcı kılacak.
Burada anlatılan olay, kişi ve kurumların gerçek yaşamla ilgileri yoktur.
Benzerlikler varsa rastlantısaldır.
Bu arada İsveç CHP örgütünü Başkan Hakan Güner’in kişiliğinde yürekten kutlar, başarılar dilerim.
Bilge Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlanma yolunda birleşerek ulaşacağımız güzel günler yakındır…
 19 Ocak 2015

     




   



Hiç yorum yok: