Günay Güner
“İlerici” Türk Siyasasına Öneriler
Türk
“ilerici” / “sol” (ki son dönemde tümüne ilerici de diyemiyoruz) siyasasının
tarihi bir yanıyla da düş kırıklıkları tarihidir. Bu olgu neredeyse kural
durumuna gelmiştir. Bir siyasal parti, akım, görüş beklentileri, gerçekliği
karşılayan bir dönemin ardından bir de bakmışsınız tutarsızlaşmaya, siyasa
manevralarına, taktik uygulamalara başvurmayı yeğlemektedir. Eleştirileri
genellikle duymazdan geldiği gibi, yanıtlamak zorunluluğunda kalınırsa da
siyasal güç kullanımı, geçici de olsa hedefe yönelecek birliktelikler, en
azından sessizlik yöntemi duyumsatılır. Ne acı ki sözkonusu sürecin en yakıcı
sonucu, siyaset başarısının başat öğesi niteliğindeki içtenliğin yitirilmesi olur.
Bir
adım daha ilerletirsek, bu tür bir eğilim içindeki siyasal kurumun rakip
gördüğü ve benzer uygulamalar içindeki bir diğer siyasal yapıyı, partiyi
eleştiriye, her konuda en doğru karar ve anlayışların kendisinde bulunduğunu
savlamaya pek hakkı kalmaz!
En
baştan, kendisine sol diyen, solun getirilerinden vazgeçmeyen yayılmacı
işbirlikçiliğini sakınmasız meslek edinmiş partileri dışarıda bırakıyoruz. Onları
konu etmek şimdilik başka yazıların, zamanların işi olsun. Sözümüz iyileredir…
Mantık
gereği şu sorunun yanıtlanması zorunludur: Siyasal amaca ulaşmak yönünde hangi
yöntemi benimsiyorsunuz? Sandık mı silahlı eylem mi?
Soru
kimileri için çok mu yumuşak ve basit ya da tersi?
Bu
soru yaşamsal önemde ve değerdedir. Neden mi? Açıklayalım. (Kuşkusuz nesnel dayanaklarla).
Sıklıkla
örnek verilen, benzer gösterilen 1919 yılının özelliğine bakalım. Mustafa Kemal
Atatürk (o yıllarda Mustafa Kemal olsa da adı dönemlere ayırmak doğru değil) seçime hazırlanmıyordu; devrim yapıyordu.
Koşullar oluşturulduğunda tüm halkın inancını, güvenini sağlayarak, büyük
ölçüde yasal kurumları dönüştürerek, silahlı eylemle iç ve dış düşmanı
tepelemek, devrim yapmak! Temel amaç budur ve tüm güç bu amaca
yönlendirilmiştir. Yasal kurumları dönüştürmek dillendirilişi de önemlidir. Osmanlının
yasal kurumu olan ordu dönüştürülmüştür. Çeteci durumunda kalınarak halkın
özverisini katmak daha zor olabilirdi. Silahlı devrim yöntemini seçtiyseniz,
başarılı olunması durumunda, harekete katılmayanlar da güce boyun eğeceklerdir.
Yöntemin burada yazılığı kolaylığın tersine kalıcı acılara yol açacağı
olasılığına hiç girmiyorum.
Gelelim
diğer seçeneğe: Siyasal çalışmalarınızın amacı sandığa ilişkinse, sandık
başarısıyla yönetime ulaşmaksa, bu durumda artık başka dayanaklara
başvurmanızın anlamı olmaz. Seçim mantığına göre düşünmek zorundasınızdır.
Yanıtlanması
gereken sorular ise genellikle şunlar olur: Ne yapmalıyım ki en yüksek oyu
alabileyim? Bu arada halk dalkavukluğu engeline takılmamak, içtenliğimi
yitirmemek için dengeyi nasıl sağlamalıyım? Hangi güçlerle, nereye değin güç
birliğine girmeliyim?
Gerçekten
de burada yine çok önemli ayrıntılar ülkülerden
(ideal), ilkelerden kopmamak, dengeyi sağlamak, geleneğin olumlu birikimini
silip süpürecek ilişkilere ve siyasal izlencelere girişmemek.
İmdi
iş gelip zamanın, dönemin tinine (ruh), giderek Türkiye gibi ülkelerde
yarattığı yıkıma, “toplum mühendisliği” sonuçlarına gelip dayanıyor. Kaçınılmaz
olarak böyledir. Zamanın bilimsel çözümlemesi yapılmadan hiçbir siyasanın
başarı şansı, olasılığı yoktur.
Türkiye
gibi Üçüncü Dünya ülkelerinin ulusları (ki artık ulus tanımına söylemek bile
güçleşmekte) bir kez de değil birden fazla kuşak boyu değişime uğratıldı. Türk
halkının kabaca yarısı kendini uygar, çağdaş, bilimsel, ussal kimlik
niteliklerine göre tanımlamıyor.
Yeni
Dünya Düzeni sözcülerinin, küreselci çıkar odakları sözcülerinin ABD doları
gücüyle başardıkları bu büyük aşınmayı en azından kısa erimde ortadan kaldırma
olanağı bulunmuyor. Yapılacak iş kökleri, felsefeyi oluşturan temel değerlerden
ödün vermeksizin halka sabırla, aşama aşama doğruları, gerçekleri anlatmaktır. Anılan
iş yapılırken geçmişteki siyasal uygulamalara zamanın gerektirdiği anlayışları
eklemek zorunluluğu doğar. Örneğin Kürt sorununda Sırpların konumuna, (tarihsel
düşünce olarak doğrulara dayansa bile) katı bakışın acı tuzaklarına düşmemek
için deyim yerindeyse “denetimli serbestlik” siyasasını uygulamak zorunda
kalabilirsiniz. Köprüler tümüyle atılmadığına göre (giderek sandık bağlamında
onların da geleceğini, ortak geleceğini kurmak adına) Kürtlerin aşırı beslenmiş
özgüvenlerini göz önüne alan yaklaşımlar geliştirmek zorundasınız. (Kuşkusuz
bambaşka, tanınmaz bir siyasal yapıya dönüşmemek üzere yapılmalıdır). Burada
sözü edilen verili koşullardır. Seçimler yoluyla başarı amaçlandığı
varsayımıdır.
Türkiye’de
ortaçağı bile aratan kıyımları savunan, benimseyen binler, neredeyse milyonlar
oluşturulmuşken, “meleklerin cinsiyetini” tartışmak, ancak yapanlara bir haz
duyuracak kuramsal tartışmalara girmek anlamsız olduğu kadar, güçsüzleştiricidir.
O güzel ülküyü kimden oy alarak yaratacak, gerçek kılacaksınız. Sözgelimi
sosyal demokrasi tartışması böylesi bir tartışmadır. Keşke tüm aşınmışlığına
karşın günümüz batı sosyal demokrasisi Türkiye’de de yaşanabilse.
Buradan
hareketle hiçbir manevra adına, temel hedef olan aydınlanma karşıtı, devrim
karşı güçlerle, halkın her tür değerini çalan, o küçücük beyinleriyle Türk
Devrimini küçülteceğini sandıkları çokbilmiş, gülünç sözler eden, günbegün
açığa çıkan gizli dinci güncelerini başaracaklarını sanan gericilerle güç
birliğine girilmemelidir. Gericiliğin seçeneği gericilik olamaz. Hele de
“tertip”ler uygulanmaya başlandığında, baş hedeflerden biri olarak seçildiğinde
zindanlara savsözler haykırarak, mertçe meydan okuyarak girmişsen hiç yapmamalısın!
Ha, yine de “taktik” diyorsan o durumda benzer işi yapan partiyi eleştiremez,
kınayamazsın.
Ayrıca
bu süreçte tüm gücün en verimli biçimde değerlendirilmesi gerektiğinden, meydan
okuma adına açık hedef durumuna düşmemeli, daha açık deyimle başta “beyin
kadro” olmak üzere her partiliyi, her aydınlanmacıyı, ilericiyi koruyan bir
yöntem izlemelisin. Yüksek ses, doğrularla da beslenmişse başta çok hoş gelir
ama arkası, dayanağı yoksa yarardan çok zarar verir.
Kesin
doğu yanlılığı, kesin batı karşıtlığı benimsenmesi, açıklanması çok zor bir
anlayıştır. Bunu ortaya koyan birçok olayı çok sıcak biçimde yaşıyoruz.
Tarihten bugüne doğunun eleştirdiği, yıktığı ve yerine yenisini kurduğu bir
güçlü yapı bilmiyorum. Batı ise yayılmacı yanından kaynaklanan tüm yıkıcılığına
karşın, o yanını bile eleştirecek kurumları, görece özgürlükleri yaşar
kılabiliyor. Bu yetenek önemlidir. Doğu geleceğin ekonomisi, askeri gücü
olacaksa bile eleştirel güçten yoksun kalacaksa bu gediği hiçbir şey
dolduramaz.
“Her
olayda, konuda en doğru yargı benimdir” yaklaşımı siyasal kibir düzeyine
gelirse oradan bilimsel sonuç sağlamak güçleşir; nesnelliği önler. Her zaman
bir sirk aynasına bakar durumda olursunuz. Siyasal duygudaşlık, incelik, “Belki
bir olasılık daha vardır” seçenek arayışı değerlidir. Tersi durumda ne mi olur?
Biri de çıkar (bilerek isteyerek yapılmamış olsa da) tarihten bir dolu yanlış
işi çıkarıp önünüze koyabilir. Çok ama çok doğaldır. V.I. Lenin’in dediği gibi “Yanlış, çalışılan yerde, çalışan
kişilerde olur.”
Türkiye
coğrafyası, (en azından 1200’lü yıllardan başlayarak) tarihte olduğu gibi
gelecekte de kolay bir yaşam ülkesi olamayacağını imliyor, duyuruyor. Ülkemize
olan büyük sevdamız, yaklaşık elli uygarlığın, iki yüz ekinin toprağı olması
bizi her zaman savaşımcı kılacak.
Burada
anlatılan olay, kişi ve kurumların gerçek yaşamla ilgileri yoktur.
Benzerlikler
varsa rastlantısaldır.
Bu
arada İsveç CHP örgütünü Başkan Hakan Güner’in kişiliğinde yürekten kutlar,
başarılar dilerim.
Bilge
Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün
aydınlanma yolunda birleşerek ulaşacağımız güzel günler yakındır…
19 Ocak 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder