Soldaki Benmerkezci Sayrılık Üzerine
Günay Güner
Sağ siyasal ülkü “itaate”, kesin
bağlılığa dayanır. Eleştiriye yer yoktur. (Bu tümceler kesinleme içeriyor
göründe de tarih bize kesinleme değil, gerçek olduğunu gösteriyor.) Dolayısıyla
ayrı yaklaşımlar nedeniyle ayrışmalar gözlenen bir kesim değildir. Bir noktadan
sonra biz aydınlanmacıları fazla da ilgilendirmiyor.
Aydınlanmacıları zaman zaman
fazlaca etkileyen durum soldaki ayrışmalardır. Günümüzde kendine her sol
diyenin de sol olmadığı çok açıktır. Bakıyorsunuz, sözde Marks’a, Engels’e,
Lenin’e, Che’ye, Fidel’e, Denizlere, Nâzım’a… yakın görünüyor, ne anadan ne
yardan geçmeye gönlü razı ama gelin görün ki liberallik, “aydın özgürlüğü” sosu
altında yapmadığı işbirlikçilik, yayılmacı yağcılığı, egemene dalkavukluk,
diğer deyimle kepazelik kalmıyor. Sayıları az da olsa akçalı anlamda öyle
etkililer ki nereye baksanız onlar… Son zamanlarda bunların bir de “kısmen
pişmanları” türedi. “Hayırlara vesile olsun.”
Konumuz bu da değil. Bizi asıl
gerçek soldaki yapay ayrışmalar ilgilendiriyor.
Bu arada şunu da belirtmeden
geçmemeli: Yalnızca iktidarı amaçlayan her sol izlence kendiliğinden
“yabancılaşma”yı getirir. “Yabancılaşmanın ise kişiyi nasıl makine dişlisi
durumuna getirdiğini ayrıca açıklamaya gerek yok.) Tersine, bir sol anlayış
kişinin benliğinde, yaşamında “doğal” bir yer bulmuyor, onu “söylem”iyle,
davranışıyla, giyimiyle, yaklaşımlarıyla, çözümlemeleriyle iğretiliğe,
yapaylığa sürüklüyorsa orada bir sorun var demektir. O noktadan en azından kısa
erimde yararlı işler çıkmayabilir. Çünkü adanmışlık isteyen bir yapı
oluşmuştur. Siyaset kişinin tüm yaşamını kaplamıştır ve kimliğin en egemen
öğesi olmuştur.
Bir bölümü yabancılaşma
sorunundan kaynaklanan diğer oluşumlardan da söz edilebilir. Örneğin bir örgüt,
en halkı toplumsal istemleri dillendirse, izlence olarak sunsa da eğer
eylemleri bir süredir etkili oluyorsa, bir anda gelecekteki diğer örgütlerin
benzer eylemlerini tanımama durumuna girebilmekte, “Artık eylem benden sorulur,
sizin yapacaklarınız ancak bizim çatımız altındaysa anlamlıdır, bizden katılım
beklememeli, siz bize katılmalısınız. Çünkü önderlik biziz.” anlayışına
sürüklenebilmektedir. Bu ise en aşındırıcı etkilerin nedeni olmaktadır.
Oysa uzun erimli siyasa düşüncesi
taşıyanlar çok iyi bilirler ki hele de günümüz alabildiğine gerici dünya ve
yurt koşullarında öyle bugünden yarına, açıkhava toplantısı (miting)
başarılarıyla siyaset önderliği savında bulunmak olanaksızdır. Siyaset bu denli
kaygan bir zemindir. TV kanalı konuşmalarının halka ulaştığı ve halkın da gerçekleri,
doğruları, ulusal çıkarları ve ona karşı olanları kısa sürede anladığı ve
dolayısıyla iktidara beş kaldığı genellikle yanılsamadır.
Örneğin böyle sanıldığını
anımsadığımız bir tarih 11 Eylül 1980’di. Sonrasının ne olduğunu irdeleyenler
biliyorlar.
Bu yazıdaki amacımız umutsuzluk
yaymak değil. Solda sayrılık durumuna dönüşmüş benmerkezciliğe, bunun yarattığı
güç kaybına, bölünmelere; bu nedenle de bir türlü iktidar olamama tuzağına
vurgu yapmaktır.
Kaldı ki dişe dokunur solun
yalnızca yetmişli yılların sonuna doğru yüzde kırkları görür gibi olduğu,
ardından ise bu oranın bir daha yakalanamadığı biliniyor.
Şu mantıkta da hiç yanlışlık yok:
Siz siyasetle görevli olanlar, partililer, örgütçüler dar görüşlere tutsak,
bölünmeye açık bir siyaset izlerseniz, halktan zaman zaman saldırıları bile
göze alarak eylem içinde olmasını, bu iş için güven duymasını nasıl
beklersiniz?
Türkiye’de bağımsızlık gibi haklı
bir savaşın verildiği 1920’li yıllarda bile çok büyük bir çoğunluğun savaşa
eylemli katıldığı, canını ortaya koyduğu sanılmasın. Binlercesi ordudan,
savaşmaktan kaçtı. Bir o kadarı işgalcilerin bayraklarını dükkânlarına astı.
Nüfusun namuslu, onurlu, mert yarısı ölmeyi göze aldı, yurdu kurtardı. Diğer
yarısı rant peşine düştü. Ne yazık ki rantçılar egemen oldu.
Namuslu insanlar, gerçek
solcular, Yaşar Kemal Ustanın sözleriyle söylersek “mecbur” insanlardır.
Aslında olan bitenin ayırdındadırlar.
Onlar başka türlü
yaşayamayacakları için sözkonusu zor siyasanın insanlarıdırlar.
Bu nedenle gün olur gözleri bir
şey görmez, inandıkları güzel yarınlar uğruna tüm varlıklarını vermekten
çekinmezler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder